"Of, hiçbir şey anlamıyorum ben burada yazanlardan!" diye söylenerek sertçe kitabın kapağını kapattı Jessie. Onun bu serzenişini işitene kadar Sara'nın bilekliğinin ve kitabının üzerindeki simgeye bakarken dalıp gitmiştim. Kendi kitabıma bile göz atmadığımı fark ettim, Jessie'nin neden böyle dediğine anlam veremeyince. Bilekliği Chris'e geri uzattım.
"Bu simgeyle bağlantılı bir şey olmalı, bunu diğerlerine de söylemeliyiz. Ama önce biraz dinlenelim. Şu kitapları kurcalayalım. Sonra tekrar konuşuruz."
Chris beni onaylayınca nihayet kendi kitabımı elime aldım ve herkese yakın bir mesafede yere kuruldum. Kapağında bana rüzgarı anımsatan sarmallar vardı, alt alta resmedilmiş üç çizginin bitiş yerlerine eklenerek simgeyi kolayca anlaşılabilir hale getirmişlerdi. Bu sembollerin bizim neyi yönetebildiğimizle ilgili olduğuna emin sayılırdım, sonuçta Lydia daha ilk dakikalardan bu kitabı kullanarak gücüne güç katmıştı. Benim de buz kadar rüzgara da hakimiyet sağlayabiliyor olduğum söylenebilirdi. Tam da bu sebeplerden ötürü az önce Chris'e Sara'nın yaşama ihtimalinden bahsetmiştim. Hem kitabında hem bilekliğinde dalga sembolü bulunuyordu, dolayısıyla suyu yönetebiliyor olma şansı çok yüksekti. Belki de nehir onu boğmak yerine ona canavardan kurtulabilecek gücü sağlamıştı.
Ayağa kalktım ve diğerlerinin kitaplarının üzerindeki sembolleri gözlemleyebilmek adına gezinmeye başladım. Chris'in kitabının kapağında üç tane birbirine paralel, alt alta, düz çizgi vardı. Geleceği görebiliyordu; bu yüzden o üç çizginin geçmişi, şimdiyi ve geleceği ifade edebileceğini düşündüm.
Cerelia'nınkine baktım. Gayet net belli oluyordu, onun hakimiyet alanı ateşti.
Lydia'nın kitabında sarmaşığı andıran kıvrımlı çizgiler vardı; doğa.
Brian'da ve Dan'de aynı semboller olduğunu fark etmiştim ve bu sembolün toprağı simgelediğini anlamak pek de zor değildi.
Falicia'nın kitabında üç dikey dalga vardı. Buharı andırıyordu. Anlamlandıramadığımdan onu pas geçmek zorunda kaldım.
Jessie'ninkinde dumanı andıran bir sembol vardı. Bunu, birini iyileştirirken ondan acısını almasıyla bağdaştırdım.
Bill'in sembolü bir yıldırımdı. Bunu çok net anlayabiliyordunuz. Yani, elektriği yönetebiliyor olmalıydı. Ne şanssızlık ama, burada en ihtiyaç duyulmayan özellikti bu. Tabii yıldırım falan düşürebiliyorsa işler değişirdi.
Dominic'in kitabında, tahmin etmenin çok da zor olmayacağı gibi ateş sembolü vardı. Cerelia ile aynı gücü paylaşıyorlardı.
Son olarak Lucas'ın kitabına baktığımda büyük bir ilgiyle kaşlarımı kaldırdım. Onun kitabında soyut veya mistik bir sembol yoktu, bir yay ve içine geçirilmiş ok sembolü vardı ve herkesin kitabındaki açık renkli sembollerin aksine onun sembolü koyu bir renkteydi. Yalnızca okun ucu parıldadığını iddia edebileceğim kadar açık renkliydi.
Bakacak kitap kalmayınca az önceki yerime geri yerleştim ve gruptakilerin dikkatlerini üzerinde toplayabilmek adına hafifçe öksürdüm. Hepsi kafalarını bana çevirdiğinde konuşmaya başladım. Yeraltından çıktığımdan beri üzerimde açıklama yapmam gerektiğine dair bir baskı hissediyordum, sonuçta Boreas onları benim yüzümden oraya hapsetmişti.
"Muhtemelen hepiniz bu oyunun bize oynanma sebebini ve siz yeraltındayken neler yaşandığını merak ediyorsunuzdur. Yeterince dinlendik, artık anlatabilirim."
"Bence böyle iyiydik." diye sözlerime müdahale etti, Dominic.
Kafa karışıklığı içerisinde ona baktım. Bal rengi gözlerinde henüz çözemediğim bir ifade geziniyordu. "Anlamadım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA
Science Fiction(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir sürgün olduğundan haberdar etmemek, işin en kolay kısmıydı. Fakat her şeyin bu kadar karmaşık hale g...