"Dinlenmen gerekiyor," dedi Boreas. Ona ters bir bakış atarak canımın yandığını belli etmeden ayağa kalktım. "Dinlenmeye ihtiyacım yok."
"Hayır, var." dedi sert bir sesle. "Yaran hâlâ kanıyor."
Elimle karnıma dokunduğumda koyu kırmızı, yapış yapış sıvıyı hissettim.
"Jessie seni iyileştiremiyor," dedi Brian, donuk bir sesle. Gözlerini alakasız bir noktaya sabitlemişti ve daha çok kendi kendine konuşur gibi duruyordu. "Yaranı kapatamıyor, yaran kısa sürede tekrar açılıyor."
Bunun neyden kaynaklandığını bilmiyordum. Kayıp Kraliçe olmamla da, tilkiyle de bağlantılı bir durum olabilirdi. Konuyu es geçmeye karar verdim. Nasılsa er ya da geç iyileşecekti, Jessie yapacağını yapmıştı.
Grup tam anlamıyla dağılmış görünüyordu. Kimse birbiriyle iletişim kurmuyordu, ağlayan Lydia'yı teselli etmek için yanına giden yoktu, öfkeden ağaçları tekmeleyen Cerelia'yı da kimse önemsiyor gibi durmuyordu. Brian uzak yerlere dalmıştı. Boreas, yanlış bir şekilde sadece benimle ilgileniyordu. Dominic ve Lucas bir ağacın dibine oturmuş sessizce etrafı izliyorlardı. Bill ne yapacağını şaşırmış halde öylece ayakta dikiliyordu. Chris nehir kenarında oturmuş, Sara'nın kanıyla kırmızıya boyanmış alanı seyrediyordu. Falicia elini kanlanmış kılıcında gezdirirken muhtemelen çok derin düşünceler içerisindeydi. Dan bir ağacın dibine çöküp geriye yaslanmış, ayaklarını uzatmış nehri izliyordu. Mimiklerinde en ufak bir oynama yoktu. Jessie ellerini birbirine kenetlemiş, umutsuzca anlayamadığım şeyler mırıldanıyordu.
"Gidelim mi?" dedi Boreas. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu ve bu beni delirtiyordu! Öfkeyle Jessie'nin yanına giderken arkama bakma gereği duymadım. Sara'yı tanımıyor olabilirdi, olaylara mantıksal yönden bakıyor da olabilirdi ama bu kadarı fazlaydı. Hayatımda karşılaştığım en ruhsuz insandı. Bana anlatacakları da, kim olduğu da umrumda değildi.
Jessie karşısına oturana kadar beni fark etmedi. Kafasını yavaşça yukarı kaldırırken ilk önce yaramı görmüş olmalıydı.
"Aisley..." dedi ve yutkundu. "Ben çok üzgünüm... Seni iyileştiremedim. Olmuyor, denedim ama işe yaramıyor."
"Sorun değil," dedim ve destek verircesine elimle hafifçe omzunu sıktım.
"Sence gücümü mü kaybediyorum?" dedi. Yüzünü düşürmüştü. Umutsuzluğu her halinden okunuyordu. Başımı iki yana salladım.
"Saçmalama! Bu benimle ya da tilkiyle ilgili bir şey, seninle ilgili değil."
Burukça gülümsedi ve nehir kenarına, Chris'in bulunduğu noktaya baktı. Yüzündeki çaresiz ifade hiç silinmiyordu.
"Sara'yı kurtaramadık. Belki... Belki kıyıya çıkarabilseydik onu iyileştirebilirdim."
Gözlerimin dolmasını engellemek için birkaç kez kırpıştırdım ve yukarı baktım. "Ben onu tutabilseydim, iyileştirebilirdin. En azından şansın olurdu."
Kelimelerimin sonlarına doğru sesimin titremesine engel olamamıştım.
"Hayır, asla böyle düşünme..." dedi şefkatli ses tonuyla. "Tilki seni ısırmasaydı onu kurtarabilirdin."
"Yapamazdım Jessie," dedim. "Tilki beni ısırmadan önce zaten eli ellerimin arasından kayıyordu."
"Elinden geleni yaptın," dedi ve ekledi. "Artık bir önemi yok."
Kısa bir süre ikimiz de sessizliğimizi koruduk. Sara'nın bana onu kurtarabilmem için yalvardığı anlardaki surat ifadesi gözlerimin önünden gitmiyordu. Onu kaybetmenin hüznü açık yaramın bana çektirdiği fiziksel acıdan daha ağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA
Science Fiction(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir sürgün olduğundan haberdar etmemek, işin en kolay kısmıydı. Fakat her şeyin bu kadar karmaşık hale g...