Hani düşüncelerin insanı en çok esir aldığı zamanlardan biri de sessiz sedasız sürdürülen yolculuklardır ya, işte tam da o anlardan birindeydim. Kafam yine karmakarışıktı, paniğim kendini göstermeye başlayabilmek için can atıyordu. Aklım birkaç saat öncesine kadar yalnızca Sara'dayken, şimdi nasıl durumda olduğunu merak ettiğim, benim için önemli tam üç kişi vardı. Öte yandan, yanımda olmayanlar dahil tüm grup arkadaşlarımın hayatı için endişeleniyordum. Ölümleri pahasına Sara'yı kurtarmak için çok güçlü kişilerle savaşacaklardı. Ben de yanlarında bulunacaktım onların aksine, Iris ve Marley'nin tescillediği üzere ölme ihtimalim yoktu.
Ölümsüzlük. Eğer sonsuza kadar genç kalınacaksa bu mükemmel bir özellik sayılabilirdi ancak ben şu an tıpkı arkadaşlarım gibi ölebilme riskimin olmasını arzuluyordum. Onlardan üstün bir tarafımın oluşu nedensizce canımı sıkıyordu. Gözlerimin önünde can verişlerine şahit olmak istemiyordum ve bu olasılık çok yüksekti.
Genivra ve Nyxomnis'ten bahsediyorduk. Hatta belki de Boreas da yanlarında olacaktı. Tam üç olağanüstü yetenekli ve güçlü, bizi öldürmeye çalışan kişiye karşı, bu kendini bilmez hallerimizle nasıl vereceğimiz mücadeleyi kazanabilirdik? İçimizden birinin ölmesinden, hatta belki de birkaçının ölmesinden delicesine korkuyordum. Bu ihtimalleri düşünmek bile istemiyordum ama aklımdan çıkaramıyordum.
Onların ölebileceğine dair endişelerim o kadar büyüktü ki, aurorayı başlatmak benim için en alt safhalarda kalmıştı.
Gün ağarmaya başlamıştı ve etrafı tıpkı gün batımındaki gibi bir kızıllık sarıyordu. Hatta belki de gökyüzünün güneş doğarken boyandığı bu renkler, batarkenkinden daha büyüleyici kılınabilirdi.
Göz kapaklarımla büyük bir mücadele veriyordum çünkü uykum hala açılmamıştı. Kafam bile bana o kadar ağır geliyordu ki... Zeminin sert olmasını umursamadan tam da şu an yürüdüğüm yerde durup yere uzanarak saatlerce deliksiz bir uyku çekebilirdim. Öte yandan, uykum dışında bir de açlık ve susuzluk beni daha da yoruyordu. Eğer Miray ve Dan bizi bulamazsa, bulmak için geri dönememiş olursa, açlık ve susuzluk herkesi bitirecekti. Bana ne olacağını çok merak ediyordum. Elbette Miray ve Dan'in yanımıza geri dönme ihtimalini asla bu merakımı gidermeye değişmezdim.
"Su?" diyerek bana matara uzatan Chris'e şaşkınlıkla baktım. Bu su dolu matarayı nereden bulmuştu? Üstelik bizimkilerin aynısıydı.
"Bunu nereden buldun?" dedim, bana uzattığı matarayı alırken.
"Suyumu daima yanımda taşırım. Maalesef sen de içtiğinde bitecek, bu mataradan tam dokuz kişi su içti ve bir tek sen kaldın."
Suyu bitirip boş matarayı Chris'e geri uzattım. "Teşekkürler, buna gerçekten ihtiyacım vardı."
Gülümseyerek elimden matarayı aldı ama yanımdan gitmedi, benimle birlikte yürüme kararı almış olmalıydı. Zaten dağınık olarak ilerliyorduk. Çoğumuz tek veya ikili yürüyorduk. Diğerleriyle aramızda hatrı sayılır mesafeler vardı, buna rağmen acil bir durum söz konusu olursa kolayca birbirimizin yanına varabilirdik.
"Kaç saattir yürüyoruz, bir tahminin var mı?" diye sordum, ona bakmadan. Amacım sadece konuşmasını sağlamaktı. Susarken Sara'yı düşünerek delirecek noktaya geldiğinin farkındaydım ve onu bu durumdan biraz olsun kurtarabilmek istemiştim.
"Bilmem," diye kısa bir cevapla sorumu geçiştirdi. "Sence onu orada bulup kurtarabilecek miyiz?"
Pekala, anlaşılan hiçbir çabam onun Sara'dan başka bir şey düşünmesini sağlamayacaktı.
"Geleceği gören sensin, ben değilim." dedim gülerek. "Sen öyle gördüysen onu bulacağız demektir."
Kurtarmak konusuna bilerek değinmemiş, görüş belirtmemiştim. Onu boş yere umutlandırmak istemezdim, umutsuzluğa kapılmasını da istemiyordum. Ne olacağını bilemezdik. Birine umut vermek tehlikeliydi, üstüne sonrasında ondan o umudu almak daha da tehlikeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA
Science Fiction(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir sürgün olduğundan haberdar etmemek, işin en kolay kısmıydı. Fakat her şeyin bu kadar karmaşık hale g...