İçeri girdiğim an önce kapının kapanış, ardından da kilitleniş sesini duydum. Hızla kapıdan tarafa yönelerek kulpunu çevirdim. Nasıl? Ben kapıyı kapatmamıştım bile, ne kilitlenmesi! Hızla ve sertçe kulbu birkaç kez daha çevirdim ama açılmayınca umutsuzca elimi kapının kulpundan çektim.
Kapıyı birkaç kez yumruklayıp diğerlerine sesimi duyurmaya çalıştım. "Hey! İçeride kaldım! Duyuyor musunuz?"
Hiçbir ses gelmeyince çaresizce kapıdan uzaklaşıp yavaş adımlarla evi gezmeye başladım. Boştan kastım, içeride insan olmayışıydı. Yoksa evde bu gezegene göre ilginç kılınabilecek fazlasıyla eşya bulunuyordu.
Evin duvarları tahtadandı, dolayısıyla bazı tahtaların arasından içeriye ışık süzülüyordu. Çok sağlam görünmüyorlardı. Tam karşımda kenarları tahta işlemeli, çiçek desenli minderleri olan, açık kahve tonlarında epey eski tip bir ikili koltuk vardı. O koltuğun karşısında yine aynısından bulunuyordu. Onların çaprazında kalan yere ise yine o koltuklarla takım olduğu anlaşılan iki tane tekli koltuk yerleştirilmişti. Tekli koltukların arasında bulunan yuvarlak, yine açık kahve tonlarında olan masanın üzerinde büyük bir çay fincanı bulunuyordu. Yerde tahminimce gerçek kürkten olan küçük bir halı vardı.
Çay fincanının olduğu masaya ilerleyip tam karşımda duran pencereye baktım. Dışarıyı göremiyordum çünkü pencerenin önü dışarıdan boydan boya karla kaplanmıştı. Masada bulunan fincanın üzerinde de yine çiçek desenleri bulunuyordu. Burada yaşayan her kimse çiçek desenlerine, işlemelere ve kahverengiye takıntısı vardı.
Çay fincanının dibinde kalmış biraz çayı gördüğümde kaşlarımı çattım. Fincana dokunduğumda hala sıcak olduğunu fark etmemle korkum biraz daha artmıştı. Bu fincan aceleyle burada bırakılmıştı. Biri daha çayını bitirmeden buradan kalkmıştı, belki de tam ben geldiğimde.
Evin diğer tarafına doğru ilerlemeye koyuldum. Kısa bir koridordan sonra karşıma iki tahta kapı çıktı. Öyle dayanıksız görünüyorlardı ki; sanki dokunsam, kulplarını çevirmeye kalkışsam kırılacaklardı.
İlkini tıklattım ve ses gelmeyince yavaşça kapıyı açtım.
"Merhaba." dedim titrek sesimle. O an arkamdan gelen neşeli "Merhaba!" sesiyle irkildim ve ağzımdan küçük bir çığlığın kaçmasına engel olamadım.
"Sakin ol tatlım, benden sana zarar gelmez." dedi karşımdaki yaşlı kadın. Sesinde son derece sakin ve yatıştırıcı bir ton vardı. Gri saçları özenle ensesinde toplanmıştı. Büyük, mavi gözleri; kalkık burnu, sivri çenesi, soluk benzi ve yaşlandığından dolayı ortaya çıkan kırışıklarla, kesinlikle bu gezegene ait olamazdı. Giydiği çiçekli, mor elbise dizlerinin hemen altında bitiyordu.
"Siz kimsiniz?" dedim onu incelemeye son vererek. Bu kadında hoşuma gitmeyen bir şeyler vardı. Evi, yüzü, kıyafeti, üslubu... Evine giren bir yabancıya bu denli güzel davranıyor olması, bu gezegende bir dağda böyle bir eve ve böyle kılığa sahip oluşu, son derece garip değil miydi? İçgüdülerim buradan hemen kaçmamı söylüyor olsa da yapamıyordum çünkü kapı kilitliydi.
"Ah, bu soruyu sorması gerek kişi ben değil miyim?" dedi ve ayakkabılarının tıkırtısı eşliğinde yanımdan sakin adımlarla uzaklaşıp tekli koltuklardan birine oturdu. Ona ne kadar garip baktığımı biliyordum ama elimde değildi. Ona güvenmiyordum, bu sakin ve normal tavırları beni ürkütmüştü.
Yarım kalan çayını yudumladıktan sonra "Otursana." dedi nazik bir biçimde. Dediğini yapmak istemediğim halde kendimi ikili koltuklardan birine otururken bulmuştum.
"Ben... Aslında..." dedim ve sustum. Ne demeliydim? Doğru kelimeleri aradığım sırada yaşlı kadın konuşmaya başladı.
"Ah, biliyorum, biliyorum... Arkadaşlarınla bu dağa tırmanırken bir şeyin saldırısına uğradınız. Neydi o şey? Söyle, tatlım, söyle bana."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA
Science Fiction(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir sürgün olduğundan haberdar etmemek, işin en kolay kısmıydı. Fakat her şeyin bu kadar karmaşık hale g...