Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? Eğer çantaya gelen bir darbe dolayısıyla kırılmış olsaydı diğerinin de kırılması gerekirdi. Ayrıca bu taşlar öyle küçük darbelerle kırılacak cinsten değildi.
Rüyamı hatırladım. Uyandığında gerçek olanı bulacaksın, demişti o küçük kız. Öyleyse kullanacağım taş sağlam kalandı.
"Aisley, hadi!" diye bağıran Brian'ın ardından hızla çantayı kapatıp elime alarak kalktım ve "Geliyorum!" diyerek yanlarına koştum.
Yalnız yürüyor olmam iyiydi. Düşünmek için zaman buluyordum. Rüyamı gözden geçirmiş, aklıma takılan birkaç yer dışındakilerin çok da önemli olmadığını fark etmiştim. O küçük kızın rüyalarıma nasıl girdiğini, kim olduğunu ve neden birkaç cümle söyler söylemez kaybolduğunu merak ediyordum. Hatırlamam gereken şeyler olduğunu söylemesine takılmamıştım çünkü hatırlamama az kaldığını da söylemişti. Sona yaklaştığımız konusunu ise ne iyiye, ne kötüye yorumlayabiliyordum. Bu herkesin öleceği acı bir son da olabilirdi, auroranın başlayıp her şeyi düzelteceği mutlu bir son da olabilirdi.
Boreas da hatırlamak konusunda bir şeyler zırvalamıştı. Tamam, neyi hatırlayacaksam hatırlasam olmuyor muydu artık? Belki her şeyin çözümü hatırlamamla bulunacaktı.
Dominic'in yalnız yürüdüğünü ve diğerlerinden biraz daha geride olduğunu görünce derin bir nefes aldım. Fırsatı kaçırmamalıydım. Onunla konuşup bu saçma sapan gerilime bir son vermem gerekiyordu.
Daha fazla beklemeden yanına ilerledim. Grubun geri kalanıyla aramızda konuşmalarımızı duyamayacakları kadar mesafe vardı.
"Dominic?" diyerek yanında yürümeye devam ettim. "Biraz konuşabilir miyiz?"
Durunca ben de durmak zorunda kaldım. Gözlerinde umut vaat edecek bir şeyler ararken alt dudağımı kemiriyordum. Tam ağzını açtığı sırada Cerelia, Dominic'e seslendi.
"Dominic! Gelsene! Niye orada duruyorsun?"
Merhaba Cerelia. Ben de buradayım.
Dominic, Cerelia'dan bakışlarını ayırıp bana baktı, ardından önümden geçerek "Geliyorum." dedi ve gitti.
Ne?
Bir dakika, bunun böyle olmaması gerekiyordu. Dominic, Cerelia'ya "Bekle." tarzında bir şeyler söylemeli ve ardından benden ne diyeceksem dememi beklediğini belirtmeliydi. Ben kafamda böyle planlamamıştım! Gerçekten bana o kadar kırgın olamazdı, değil mi? Hadi ama, onun yaptıkları da hafife alınacak cinsten değildi! Sürekli bana benden iki kat daha ters davranmış, bazen de hiç olmadığı kadar yumuşak başlı bir tavır takınmıştı. Kısacası o kadar derdim arasında bir de o kafamı karıştırmıştı. Ben ise yalnızca bu sıkıntılı ve gergin geçirdiğim sürede onu biraz terslemiştim.
Beni es geçmesine o kadar öfkelenmiştim ki pençelerimi çıkarıp üzerine atlayarak yüzünü paramparça etmek, olduğum yerde kulaklarımdan buhar çıkararak tepinmek istiyordum. Pekala, barış istemiyor muydu? Öyleyse ben de daha fazla sakin kalmaya ve üstüne gitmemeye çalışmayacaktım.
Olduğum yerde öylece dikildiğimi ve diğerlerinin benden yaklaşık yirmi adım kadar uzaklaştığını fark edince koşarak onlara yetiştim. "Şimdi bu olaylar olmadan önceki gibi davranmaya devam mı ediyoruz, karşılaştıklarımızla mücadele edip yolumuzu açarak?" diye sordum.
"Aynen öyle." dedi Lucas.
Onunla da konuşmalıydım. Ne saklıyordu? Ne biliyordu? Öğrenmek istiyordum. Bizden ciddi boyutta şeyler sakladığını biliyordum. Büyük şeyler, çok büyük. Buna rağmen, eğer şu kadarlık zamanda onu biraz olsun tanıyabilmişsem bu kadar ciddi sorular karşısında bile rahat tavrından ödün vermez, hiçbir şekilde de sorularımı cevaplamaya ikna olmazdı ve sessizliğini itinayla korurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA
Science Fiction(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir sürgün olduğundan haberdar etmemek, işin en kolay kısmıydı. Fakat her şeyin bu kadar karmaşık hale g...