•26• "Buz Dalgası"

34.9K 3.1K 472
                                    

Karşımda duran kadından olabildiğince uzaklaşabilmek için birkaç adım geriledim. "Sen kimsin?"

Siyah, kalın dalgalı saçları gecenin beraberinde getirdiği telaşlı rüzgarda savruluyordu. Düzgün bir fiziği vardı ve giydiği baştan aşağı siyah kıyafetler dolayısıyla eğer evin arka penceresinden bahçeye düşen loş ışık olmasaydı onu göremezdim. Dikkatimi tek çeken şey karanlıkta bile parıldayan sarı gözleriydi.

Cevap vermediğini ve vermeyeceğini anlayınca sorumu biraz ekleme yaparak yineledim.

"Sen kimsin ve benden ne istiyorsun? Sana bir soru sordum."

Konuşmadan bir süre gözlerime baktıktan sonra nihayet ağzından pek hoşnut olmasam da birkaç kelime döküldü.

"Ben Kayıp Kraliçe'yi götürmesi gereken kişiyim. Kayıp Kraliçe sensin, değil mi?"

Gözlerimi kıstım. Bu soruyu ne çeşit bir mantığa dayanarak sormuştu ki? Beni götüreceğini söyledikten sonra kimliğimi doğrulayacak tek kelime etmezdim. Yine de, inkar etmeyi denemeye kalkışsam bile Kayıp Kraliçe olduğumu halihazırda bildiğini düşünüyordum. O yüzden nefesimi boşa harcamadım.

Sert bir ifadeyle "Hiçbir yere gelmiyorum." dedim.

Yüzünde mimik bile oynamadan bana bakmayı sürdürdü. "Sana gelmek isteyip istemediğini soran olmadı, ben seni götürmeye geldim."

Robotik bir sesle konuşuyordu, canlı ve hür iradeli bir bireyden ziyade programlanmış ve söyleyeceklerini ezberden sıralanmış biri izlenimini bırakıyordu.

"Ben de gelmek istemiyorum demedim zaten, gelmiyorum dedim."

Kadın kolumdan tuttuğu gibi beni ters çevirdi ve diğer kolumu da arkaya alarak hareket ettirmemi engelledi. Tam yukarıdakiler duysun, yardıma gelsin diye bağıracaktım ki tek eline fazlasıyla güveniyor olacak, kollarımı sabitlemesini sağlayan iki bileğimi tuttuğu ellerinden birini çekti ve ağzımı kapattı.

Ben ne kadar çırpınıyorsam o da o kadar sakindi. Etrafı parlak bir ışık kaplayınca gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Açtığımda ise parlaklık gitmişti ama ben artık Norcross'un evinde, arkadaşlarımın yanında değildim.

Kadın ellerimi ve ağzımı bırakarak serbest kalmamı sağlasa da artık bir şeyler yapmak çok geçti. Kendimi savunma tekniklerimin duruma faydası yoktu, fiziksel anlamda çok güçlüydü. Kadınla dövüşmeye kalkarsam şüphesiz o kazanırdı. Özel gücümü kullanırsam onu haklayabilirdim ama nerede olduğumu bilmediğimden geri dönemezdim.

Beni yakalamadan önce sorduğum soruyu yineledim.

"Kimsin sen? Ya da şöyle diyeyim, nesin sen? Kim senden beni buraya getirmeni istedi?"

"Çok soru soruyorsun," dediği an elinde az önce sorularımı sorarken almış olduğunu düşündüğüm ipleri fark ettim. Histerik bir kahkaha attım ve gözlerimle ipleri işaret ettim.

"Onlarla beni burada tutabileceğini mi sanıyorsun?"

Bana düz bir bakış atıp "Hayır." dedi. "Bana zarar vermeni engelleyeceğimi düşünüyorum. Buradan çıkarsan arkadaşlarına tekrar kavuşamayacağını tahmin edecek kadar akıllısın."

Bozguna uğramış bir halde kadına baktım. Ardından o ipleri buzlaştırıp kırabileceğim düşüncesiyle kendimi rahatlatarak etrafı incelemeye başladım.

Burası bir mahzeni andırıyordu ve atmosferi biraz ürkütücüydü. Etrafta demir parmaklıklar vardı, bir hücrede gibiydim. Aynı zamanda bulunduğum hücrenin içinde yerlerde ayak bileklerine takılmak üzere kelepçeler eklenmiş zincirler, o zincirlerin bulunduğu zeminin hemen dibinde hücreyi oluşturan duvarlardan birinde de aynı kelepçeli zincirlerin bilekler için tasarlanmış olanı bulunuyordu. Zemin koyu griydi ve oldukça kirli görünüyordu. Duvarlar da aynı renkte ve pürüzlüydü.

AURORAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin