Herkes bir araya geldiğinde tekrar yola çıktık. Yalnız süren yolculuğumdan bu defa hoşnut değildim. Çünkü düşünmek istemiyordum. Maalesef beni meşgul edecek biri yoksa da düşüncelerimin zihnimin her köşesine sızması kaçınılmaz oluyordu.
Sevdiğim ve kendime yakın hissettiğim iki kişiyi, aniden ve ardı ardına kaybetmek ruhuma ciddi bir darbe indirmişti. Daha şimdiden Jessie'nin çocuksu neşesini, Lucas'ın esprilerini arıyordum. Yorgun ve tükenmiş hissediyordum.
Sadece ben değil, gruptaki herkes kötü durumdaydı. Hepsi kaybetmenin verdiği o hisle boğuşuyor olmalıydı. O an anladım ki, içimizden bir kişi bile eksik olsa biz tamamlanamıyorduk. Güzel şeylere tam anlamıyla sevinemiyor, yaşadığımız tehlikeleri atlattığımızla gurur duyamıyor, mutlu sona yaklaşıyor olma düşüncesinin bizi neşelendirmesine izin veremiyorduk. Her birimizin karakteri farklıydı. Hepimizin eksikliğinin hissedileceği bir an oluyordu mutlaka. Keşke umut ve neşe kaynaklarımız geri dönebilseydi.
Belki Lucas dönerdi. İçimi asıl sızlatan da buydu ya... Lucas yalnızca gitmişti, oysa Jessie... O ölmüştü. Bir daha geri dönme ihtimali yoktu. Bu Sara'nınki gibi belirsiz bir ölüm değildi, gözlerimin önünde son nefesini vermişti.
O hepimizi iyileştirebilmişti ama gücünün kendine hiçbir faydası dokunmamıştı. Hepimizden farklı olan bir tarafı da buydu. Her birimiz, güçlerimizi kendimize yararı dokunacak şekilde kullanabilirken o sadece başkalarını iyileştirebilmek adına kullanabiliyordu.
"Aisley," diyerek yanıma geldi, Brian. "Düşünme artık."
"İşte bu imkansız." dedim gülerek yere baktığım sırada.
"Tamam, madem düşünmeden duramıyorsun, o zaman başka şeyler düşünmeyi dene."
"Denedim. Ama..." dedim ve elimi saçlarıma götürdüm, "Sanırım düşünecek güzel bir şey yok. Hatta hepsi birbirinden kötü."
"Hımm..." diyerek elini çenesine koydu ve yukarı baktı kısa bir süre. Kıkırdadım. Komik görünüyordu.
"Bir düşünelim..." dedikten sonra elini çenesinden çekip parmaklarını şıklattı. "Buldum! Her şeyin güzel biteceğine inanalım. Aurora başladı ve biz Neptys'a geri döndük. Sonra ne yapmayı planlıyorsun?"
Neşeyle söylediği bu sözler yüzümü düşürdü. Ben, aurorayı başlattıktan sonra bile her şeyin güzel olacağına inanamıyordum bir türlü.
"Geri dönebileceğimden emin değilim." dedim ve iç geçirdim.
"Ne demek şimdi bu?" diyerek kaşlarını çattı. Ay öyle parlaktı ki, simasını rahatça görüyordum.
"Bilmiyorum." dedim. "Siz Neptys'a geri dönebilirsiniz. Ama... Ben aurora başlarsa Aisley olmayacağım, olamayacağım. Kayıp Kraliçe, Kayıp Kraliçe... Herkesin dilinde bu var. Hepsi benim değil bu Kayıp Kraliçe isminin derdine düşmüş gibi sanki. Kim bu, bilmiyorum. Ben Kayıp Kraliçe'ysem, aurora başladığında Aisley'den geriye ne kalacak?"
Bir süre sustu. Sonra işi şakaya vurma girişiminde bulunarak "Belki de saraylarda yaşarsın. Her şeyi yönetirsin, istediğin ne varsa önüne gelir falan..."dedi ve güldü.
Hafifçe güldüm. "Sanmıyorum. Aslına bakarsak ben bu Kayıp Kraliçe mevzusunun gerçekten kraliçelik olduğunu düşünmüyorum. Bence bu daha çok bir ünvan."
"Olabilir." dedi mırıldanır gibi.
Gözlerimi ovuşturdum. Normalde uyumak için bir yerlerde durduğumuz zaman dilimini çoktan aşmıştık çünkü gündüz olmayacağından buna gerek duymayarak yola devam etmeye karar vermiştik. Ve şimdi yavaş yavaş uykum geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AURORA
Science Fiction(Aurora Serisi'nin 1. kitabıdır. Seri iki kitaptan oluşmaktadır.) Özel güçlere sahip 12 insanı başka bir gezegene sürgün etmek ve onları bunun bir sürgün olduğundan haberdar etmemek, işin en kolay kısmıydı. Fakat her şeyin bu kadar karmaşık hale g...