Çekim yeniden yapılmış ve ben Avusturalya'ya dönmek için yoldayken kendimi bir anda burada bulmuştum. Umutsuz vaka mıydım?
Gerçekten gelmiştim. Hem de havaalanına giderken.
Burada ne yapıyordum? Hem de uçağıma sadece birkaç saat kalkmışken.
Sanırım umutsuz vakaydım.
Calum ile onun odasında yalnız uyandığım günden beri hiç konuşmamıştık. Ama bu, aklımda o ügün yaşadıklarımı 86 kez canlandırmama engel olmuyordu.
Luke'un bana söylediği gibi onun bana aşık olduğunu düşünmüyordum. Ben aşka inanmazdım bile! Ayrıca Calum'u biraz tanıdıysam alternatif evrene geçiş yapmadığı sürece ilanı aşk yapabilecek romantiklikte biri değildi. Bu söyleyiş Luke'un aktarımıydı, buna emindim. Ama yine de... Calum'un benden etkilendiğini bilmek bütün iç organlarım patlıyormuş gibi hissetmeme sebep oluyordu.
Evet, onu yıllardır tanıyordum. Evet, kuzenimin en yakın arkadaşıydı ve siktiğimin dünyaca ünlü müzik grubunda beraber çalıyorlardı. Neredeyse beraber büyümüştük.
Ona karşı hissettiklerimin doğruluğunu ya da yanlışlığını düşünemiyordum, çünkü bildiğim tek şey onu düşünmenin beni kesinlikle farklı şekilde etkilediğiydi. Bu etkilenmenin adının ne olduğu umrumda bile değildi...
O, düşündüklerini benim bildiğimi bilmiyordu. Buna rağmen ondan uzaktayken beni başkalarına karşı korumak istediğini söylemişti. Bu onun için bir itiraf sayılmasa da bunu dile getirmesinin ona farklı geldiğini ben de hissetmiştim.
Ve şimdi burada otel odasının önünde dikiliyordum. Bir planım yoktu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ne yapmalıydım?
Ah, kesinlikle umutsuz vakaydım.
Kapıyı çalmak iyi bir fikir miydi? Ya açmazsa? Ya burada olmamdan hiç etkilenmezse?
Hayır, hayır; buraya kadar bunun için gelmemiştim. Kapıyı çalmalıydım.
Çekiştirdiğim bavulumu bırakmadan diğer elime geçirdiğimde kapıyı yumruklamaya başladım. Hareketlerimin gerçekten bir orta noktası yoktu.
"Hadiiii!" diye mırıldandım sabırsızca.
"Aç."
"Calum!"
"Calum..."
Sikeyim.
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştığımda elim hala kapıyı yumrukluyordu.
O sırada yan tarafta hissettiğim hareketlilik ile kafamı çevirdiğimde birden gözlerim büyümüştü. O, elinde tuttuğu içki bardağı ve sessiz adımlarla otel koridorunu geçerek bana doğru geliyordu. Gözleri benimle buluştuğunda ışıltılı bir parlamanın göz bebeklerine yansıdığını gördüm.
Aramızda birkaç adım kaldığında kapıyı yumruklamaya son vermeyi akıl edebildim ve ona doğru kaşlarımı çattım.
"Calum! Neden kapıyı açmıyorsun!"
Mükemmel, Alex. Gerçekten. Karşında dururken içeriden kapıyı açmasını beklemen tam olarak sana yakışır bir hareket zaten. Onun da bir anlık boşluğa giden bakışlarını fark ettiğimde sorumun mükemmelliğinden etkilendiğini biliyordum.
Ama bana bunu o yapıyordu işte! Kendim gibi her bir sarmalına takıldığım düşünce yumağını iyice karıştırıyor ve böylece düzgün düşünmemi engelliyordu.
Ona bakmaya son vermek adına gözlerimi kaçırdığımda elindeki bardakta viski olduğunu fark etmiştim. Bana daha da yaklaştığında kıkırdadım. O da durdu.
"Bardağı mı çaldın?"
Calum'un yüzünden belli belirsiz bir gülümseme geçerken yeniden kıkırdadım. Bana bardağı uzattığında arka cebine uzandı ve kartı çıkararak kapıya döndü. O kapıyla uğraşırken diğer elimdeki bavulu bıraktım ve bana uzattığı bardağı burnuma götürerek kokusunu almaya çalıştım.
Oh, kokusu bile sertti.
Ve bir anlık gelen dürtüyle bardağı dudaklarıma dayayarak kafama diktim.
IYH!
Bu. Kesinlikle. Mükemmeldi.
Ve mükemmel ötesi kötü.
Dilimi ağzıma sokamayıp tadın damağımdan geçmesini beklerken Calum'un beni izleyip sırıttığını gördüm. O içkiyi bana vermeden önce bir daha düşünmeliydin, Hood.
Beni içeri doğru davet ettiğinde nihayet konuştu. "Senin gitmiş olman gerekmiyor muydu?"
Gi-de-me-dim.
Onu geçip bavulumu da sürükleyerek içeri girdim ve bavulumu kenara koyup ona döndüm.
Gülümsedim. "Gitmedim."
Ashton buraya sadece Calum için döndüğümü bilse beni kesinlikle bir pazar barbeküsünde pişirir ve keyifle yerdi.
Benim kelimelerim, Calum'un arkasından kapanan kapının sesinda kaybolurken artık ikimiz de göz gözeydik. Koridorunkine göre daha parlak olan loş ışık onun yüzüne yansıdığına yanaklarının pembeliğini fark ettim.
Kafası güzel miydi? Ne kadar içmişti? Beni tanıyor muydu?
Gözlerinin yüzümde dolandığını gördüğümde artık kalbimin atışına engel olamıyordum. Hatta sanırım onu koridorun başından gelirken gördüğümden beri bütün algılama yeteneklerimi kaybetmiştim.
Ne kadar içmişti, sarhoş muydu bilmiyordum ama içindeki ayık parçaya seslendiğimi biliyordum. İçindeki o parçanın bir kısmı olduğumu hissediyordum. Onun beni tanımasına gerek yoktu, çünkü nerede olursam olayım beni düşündüğünü biliyordum.
"Vedalaşmadan olmaz."
Bir adım atıp dibine vardığımda benden uzun olmasına aldırmadan, aramızda o kadar da fark yoktu, ellerimi yanaklarına yerleştirerek parmak ucumda yükseldim ve kendimi onun dudaklarına yapıştırdım.
Bana yıllar gibi gelen, saniyenin onda biri kadar sürenin sonunda bana karşılık verdiğinde ise uçmak için ne uçakta olmaya, ne de kanatlara gerek olmadığını biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 Seconds Of Snapchat [Hood]
Non-FictionUyku... güzeldi. Ama uçarken güvende hissetmek kadar değil. -Bölümlerimiz fotoğraflarla donatılmıştır.