K.İ.17

406 97 21
                                    


Multi: Merih'in annesi.

İyi okumalar.

*******


Çok değil iki ay önce, Şu karşında oturan çocuklar seni kardeşi gibi sevip, kollayacak deselerdi 'dalganı başkasıyla geç' der gülerdim. İnanmazdım dediklerine. Yalanlardım onları. Yerimde olan herkes bunu yapardı. O lanet ara sokakta yaşadıklarımız buna inanmamam için bir sebepti.

Atıl ve Emir'in üzerime gelmesi, onlarla kendi çapımda kavga etmem, Emir'in beni zorla tutması...

Bunlardan sonra kim inanırdı ki böyle iyi, yakın arkadaşlar olacağımıza?

Kimse inanmazdı.

Ya da kim inanırdı kafama silah dayayan çocuk için ağlayacağıma?

Buna da kimse inanmazdı. İnanılacak gibi değildi çünkü. Kimse inanmazdı ama bunlar gerçekti. Bunlar yaşanmıştı.

Beş dakika sonra neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. O gün de bilememiştim işte. O gün o dakikalarda bu gün böyle olacağımızı bilememiştim. O gün o olanlardan sonra onları bir daha görmeyeceğimi düşünmüştüm. Ama yanılmışım yine. Tekrar gördüm onları. Hem de öyle bir gördüm ki, hayatımda kendilerine yer edinmeleri uzun sürmedi.

İki ay.

Sadece iki aycık yetmişti onları değerli görmem için. Üçü de değerliydi benim için.Tamam Emir ve Atıl'ın yeri çok çok ayrıydı. Ama Merih'i de tam anlamıyla tanısaydım onun da yeri ayrı olabilirdi. Gerçi ona hissettiğim merak ve güven duygusu da her seferinde kendini ben buradayım diye öne atmayı ihmal etmiyor. Onun da hayatımda bir yeri vardı işte...

Öyle olmasaydı bir bıçaklanmasın da ağlamazdım değil mi?

Çok korkmuştum.

Benim yüzümden olduğunu düşünmek de daha fazla korkutmuştu. Yarası o kadar büyük değildi ama ya ölseydi...

Gerçekten benim yüzümden ruhu ölüme teslim olsaydı bana ne olacaktı? Ben ne olacaktım?

Herhalde ruhum zifiri karanlığa bürünürdü.

Ama neyse ki bu sefer ölüm bizi pas geçmişti. Yine de Merih'in benim yüzümden zarar gördüğü gerçeğini değiştirmiyordu ama olsun yaşıyordu ya, ben bir şekilde suçumu telafi ederdim.

Bana 'kendini suçlamayı bırak küçük kız' demişti ama ne yapayım suçluyordum işte. Suçluydum çünkü.

"Dolunay!" duyduğum ses beni düşüncelerim arasından çekip almıştı. Bakışlarımı dakikalardır izlediğim hastane duvarından ayırıp sesin sahibine çevirdim.

Kağan?

Oydu sesin sahibi. İfadesiz yüzüyle birkaç adım uzağımda dururken ona baktım. İfadesiz yüz. İçinde bulunduğumuz mevsimin havasından daha soğuk bakışlar. Gücünü göstermek istercesine, benim düşük omuzlarımın aksine dik omuzlar. Kendinden emin tavırlarıyla Kağan Soykan. Ve yanındaki Cenk.

Beni şaşırtacak bir şekilde hastaneye gelmiş öylece karşımda duruyordu. Ama tek bir fark vardı: Bu benim yanımda olan Kağan değildi. Onu evde bırakıp gelmişti sanki. Ya da öyleydi zaten evde ve benim yanımda Kağan Soykan değil de sadece Kağan oluyordu. Önceden ben de dahil hiç kimsenin yanında içini göstermiyordu. Ama son zamanlarda benim yanımda kendinden taviz vermeye başlamıştı. Sadece benim yanımda öyleydi, yalnız olduğumuz zamanlarda. Diğer bütün zamanlarda herkesin bildiği Kağan Soykan oluyordu. Şimdi olduğu gibi.

KARANLIK İKİLEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin