İyi okumalar.
**************
Sınıfa doğru adımlarken yine aklımda o vardı. Dünden beri hiç çıkmamıştı ki zaten. Sinirlerimi alt üst ediyordu. Sonrada bir şey yokmuş gibi devam ediyordu. Önce kalkıp saçma salak imalarda bulunsun, ardından sanki onları diyen o değilmiş gibi beni eve bıraksın. Gerçekten anı anını tutmayan bir kişiliği vardı. Ve bu özelliği benim şaşmış olan dengemi daha da şaşırtıyordu.Onu anlamak, onu çözmek, onu tanımak o kadar zordu ki... Bir başkasını gözlerinden bile çözebilirdiniz. Ama o...
Ve ben, o bana bu kadar uzakken zoru başarıp onu sevmiştim. Ona ulaşamayacağımı, onu göremeyeceğimi ve ondan bir karşılık alamayacağımı bile bile onu sevmiştim. Aptaldım ya hani. Salaktım, olmayacağını bile bile sevmiştim onu. Onun beni sevmesi, bir papatyanın çölde kurumadan yetişmesi gibi bir şeydi sanırım. Çöl oydu. Papatya ise ben... Salak papatya çölde yaşayamayacağını bile bile sevmişti onu. Onda kalamayacağını bile bile, gitmek istiyordu. Kuruyacağını bile bile onu istiyordu. Bembeyaz yapraklı papatya, kapkara güneşi olan çölü sevmişti.
Onu sevdiğimi zorda olsa kendime itiraf edebilmiştim. Çok düşünmüştüm, çok fazla zihnimi yormuştum onu sevmediğimi kanıtlayabilmek için ama sorun şuydu ki, onu beynim değil kalbim sevmişti. Zihnimle değil kalbimle... Beynime belki söz geçirebilirdim ama kalbime sözde geçmemişti. Kimseye sormadan, kimseyi dinlemeden kendi başına bir vukuat işlemişti. Tatlı olması gereken bu vukuat benim için o kadar acıydı ki... Benim için çok can yakıcıydı. Başka birini sevseydim belki canım bu kadar yanmazdı. Ama onu sevmek... Çok canımı yakıyordu. Aramızdaki mesafeler içimi sızlatıyordu. Bu kadar soğuk oluşu bedenimi titretiyordu, adeta.
Sınıfın kapısının yanında duran Ezgi bana "Günaydın." deyince bende ona "Günaydın." diyerek sınıfa girdim. Bir iki adım attıktan sonra bakışlarım sırama kayınca kaşlarım çatılmıştı. Bir an duraksar gibi olmuştum ama bakışları üzerime çekmemek için durmadan sırama ilerledim. Kaşımın çatılmasına sebep olan, sıramda oturan Nil'di. Şuan elimde bir bardak kahvenin olmasını çok isterdim. Sırada değil de masada oturması ve bu benim yerim olması sinirlerime davetiye çıkarmıştı. Ya da Merih'in yanında olması da sinirlerimi tetiklemiş olabilir. Altında etek olmasına rağmen nasıl böyle bir pozisyonda oturabiliyordu Allah aşkına?
Bizimkilerin bakışları beni bulmuştu bile. Merih'in bakışları da. Beni görmeyen bir tek Nil'di sanırım. Kaşlarım çatık olduğundan Öykü bana sorarcasına baktı. Bir şeyleri anlamasınlar diye zorla kaşlarımı eski haline getirebilmiştim. Sıramın yanın gidip durdum. Yine o kız bir şeyler anlatıyor Merih ise bana bakıyordu. Umursamıyordu yine yanında olan kızı. Kızın bakışları beni bulduğunda aynı dünkü gibi yine gülmüştü. Ve ben de aynı dünkü dümdüz bir ifade ile bakmıştım ona. Tek kaşımı kaldırdım 'sıramdan çık' der gibi ama o salak anlamayıp konuşmaya devam etti. Bakışlarım Merih'e kaydı. O hala bana bakıyordu. Bu kız da nasıl bir gurur vardı da onu umursamayan birine hala bir şeyler anlatıyordu?
"Gidelim mi yarın, ha?" diye sordu o iğrenç sesi ile. Konuşurken ağzı yana kayıyordu resmen. Tipik sürtük konuşması işte.
Dediğinin üzerine Merih ona öyle bir bakış atmıştı ki, kızın yüzündeki ifade donup kalmıştı. Oh olsun. Bana böyle baksa daha kötü olurdum herhalde. "Peki. Gitmeyelim." dedi, hala ayakta duran beni görmezden gelerek. "Çık sıramdan!" dedim birden, ifadesiz sesim ile. Ve ifadesiz tutmaya çalıştığım bakışlarım ile. Gözlerinin benim gözlerim ile çakışması kısa sürmüştü. Artık yüzüne nasıl baktıysam, yüzü iki kat değişmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK İKİLEM
Teen Fiction© Tüm Hakları Saklıdır Hayat, beni iki karanlık adam arasında bırakacak kadar acımasız mıydı? **** Öyle bir bilinmezlik içindeyim ki nereye gitsem kayboluyordum. Bulamıyordum yolumu bir türlü. Ulaşamıyordum ışığıma. Karanlık her geçen saniye daha da...