İyi okumalar.
******
Öyle bir bilinmezlik içindeyim ki nereye gitsem kayboluyordum. Bulamıyordum yolumu bir türlü. Ulaşamıyordum ışığıma. Karanlık her geçen saniye daha da büyüyordu sanki. Beni yok etmek istiyordu, biliyordum. Belki de çoktan yok olmuştum bile. Belki de bir daha yolumu bulamamak üzere kaybolmuştum.
Soğuk içinde bir cehennem gibiydim ya hani, şu an tamamıyla yanmıştım. Soğuk değildi çünkü. Sadece sıcaktı. Sanırım içimdeki cehennem dışarıdaki buzları eritmişti. Cehennemi dışarıya çıkarmıştım. Benimle birlikte etrafında yanmasını istiyordum sanki. Yalnız yanmak istemiyordum. Yine korkardım çünkü. Tek başıma yanmak da korkutuyordu beni. Bir başıma karanlıkta kalmaktan korktuğum gibi.
Hala karanlıktaydım. Neden içimdeki ateşler aydınlatmıyordu ki etrafı? Neden beni yakmaktan başka bir işe yaramıyorlardı ki? Halbuki karanlığı aydınlatabilirilerdi. Ama yapmıyorlardı işte. Bana zarar vermekten başka bir şey yapmıyorlardı. Beni yakıp kül etmekten başka bir işe yaramıyorlardı. Karanlığımı aydınlatabilecek ateşler sadece beni yakıyorlardı.
Soğuk beton yoktu. Nereye gitmişti o? Tenime batan o soğuk yer nereye kaybolmuştu? Buz gibi odaya ne olmuştu ki? Ya o iğrenç koku? Hani nereye gitmişti ciğerlerimi yakan o koku? Nereye gitmişti nefesime karışıp boğazımı yakarak geçen o zehir kokusu?
İçinde bulunduğum koku da genzimi yakıyordu. Ama o boğazımı yakan zehir kokusu gibi olduğundan değildi. Kötü değildi, aksine çok güzeldi. Genzimi yakarak geçip ciğerlerimi ferahlatıyordu sanki. İçimde bir yerlere dokunuyordu bu koku. Ciğerlerim de bir koku cümbüşü oluşmuştu. Ve bu beni daha çok mayıştırıyor. Tanıyordum bu kokuyu. Soğuk adamın rahatlatan kokusu. Merih'in kokusuydu bu.
Ama ne işi vardı bu kokunun karanlıkta?
Hala karanlık odada olduğum gerçeği beynimde yer edinince tedirgin oldum. Ve rahatsızca yerimde kıpırdandım. Bir ses yoktu. Ya da benim kulaklarım bir ses duymayı reddettiğinden duyamıyordum. Gözlerimi açmaktan korkuyordum. Biliyordum tekrar açarsam karanlık gözlerimi acıtacaktı. İçimdeki lavlara katılıp gözlerimi de yakacaktı.
. "Yardım edin! Yalvarırım," diye fısıltı şeklinde sayıklamaya başladım. Kollarımda biraz güç bulsam kalkıp kapıyı yumruklayacaktım ama gözlerimi bile açamıyordum.
"Yardım edin," dedim tekrar pürüzlü çıkan sesimle.
Sessizlik kulağımın içine dolmuştu sanki. Ondan başkasını işitemiyordum. Sessizliğin çığlıklarının arasından sonunda "Dolunay!" diye bir ses duyabilmiştim. Başta yine içimdeki küçük Dolunay'dır diye düşünmüştüm ama o ses tekrar "Dolunay uyan!" dediğinde küçük kız olmadığını anladım.
Öykü'nün sesiydi bu sanırım. Ardından beynimdeki uyuşukluk biraz geçince bedenimin sarsıldığını hissettim. "Güzelim uyan hadi!" bu ses de Atıl'a aitti galiba. Seslerin sahiplerini tam anlayamıyordum. Duyuyordum ama algılamam çok azdı. Sanki beynimin tam anlamıyla iş görmesi için o sese ihtiyacı vardı. Niye bilmiyordum ama onun sesiyle olanlara bir anlam vereceğimi düşünüyordum. "Lütfen," diye tekrar fısıldadım. Onun sesini duymam gerekiyor gibiydi. "Dolunay hadi aç gözlerini kardeşim!" bu da değildi işitmek istediğim sesin sahibi. Bu Emir'di.
Beynimin algılamak istediği kişi Emir de değildi. Salak gibiydim. Niye onun sesini duymak istiyorum anlamıyorum. Niye bir başkası değil de o, bilmiyordum.
"Lütfen," dedi dudaklarım tekrar. Onun sesini duymak istiyordum delicesine. Beynimdeki labirentte bir çıkış yolu bulmam için o sesi duymam gerekiyordu. Bana çıkışı gösterecek tek şey o ses gibiydi. Işığı bulmam için o sesi duymam gerektiğini söylüyordu beynim. Salak olduğumu söylemiş miydim? Salaktım. Onun sesine ihtiyacım vardı çünkü. Aptaldım. O sesi duymak istiyordum çünkü. Ahmaktım. İyi geleceğini düşünüyordum çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK İKİLEM
Teen Fiction© Tüm Hakları Saklıdır Hayat, beni iki karanlık adam arasında bırakacak kadar acımasız mıydı? **** Öyle bir bilinmezlik içindeyim ki nereye gitsem kayboluyordum. Bulamıyordum yolumu bir türlü. Ulaşamıyordum ışığıma. Karanlık her geçen saniye daha da...