K.İ.31

290 60 7
                                    

İyi okumalar.

******

  

   Duyduğum cırtlak bir ses beni, bulutların üzerindeymiş gibi olan uykumdan uyandırmak ister gibiydi.  Kendi kendime mırıldanıp sağa döndüm ve başımı daha da gömdüm yastığa. Bir on yıl böyle uyuyabilirdim. Ya da bir ömür... Bu koku var ya, benim için tek başına bir yaşam kaynağı olabilirdi. Bütün oksijeni çekilmiş olan ve sadece bu kokunun mevcut olduğu bir galaksi olsa mesela, beni de oraya hapsetseler çıtımı çıkarmazdım. Başka bir şey olmasın sadece bu koku ve sadece kokunun sahibi. Yemin ederim sesimi çıkarmam...

Ben bembeyaz bir resim tuvali gibiydim. Üzerinde ne bir leke olan ne de bir parça renk olan boş bir tuvaldim. O ressam... Kokusu ise bana renk verecek olan boyalar... Boş tuvali süsleyecek, şenlendirecek, canlandıracak olan boyalar... Parmak uçlarındaki boyayı tuvale dokundurduğu an ressam, o boş, o düz tuval kendine gelip şenlenecekti. Biraz kendinden geçerek ama, ressamın parmak uçlarındaki boyanın rengi siyahtı çünkü. Zifiri karanlık bir ressam ve aynı ressam gibi karanlık boya ile korkarak şenleniyordu bu tuval...  Ressamsız, boyasız bir tuval sadece kendi kendine boş beyaz bir sayfaydı. Ama ressam ve boyalar olunca her şey bambaşka olurdu. Kokusu da öyleydi işte benim için. İçimi şenlendiriyordu, ciğerlerimi ferahlatıyordu, iç dünyama renk veriyordu, bu renk siyah da olsa. Korkarak içime çeksem de bu kokuyu, rahatlıyordum işte. Karanlık da olsa güveniyordum ben o ressama. Seviyordum parmak uçlarındaki kara boyayı...


  Daha da gömdüm başımı yoğun gelen kokulu yastığa. Uyku ile uyanıklık arasında ince bir çizgi vardır ya hani, tam o noktada o çizginin üzerinde sallantıda duruyordum. Ne gözlerimi açabiliyordum ne de tamamıyla uykuya dalabiliyordum. O çizginin üzerine oturmuş ve bir yanıma 'uyku'yu bir yanıma da 'uyanmak' ı almış onları da oraya mühürlemiş gibiydim. Tam aralarına oturmuş, içime oksijen yerine bu kokuyu çekerken izliyordum onları.


Ama çok geçmeden dikkatim onlardan başka bir konuya geçiverdi. Bu koku neden bu kadar yoğundu? Benim yastığıma nasıl bu kadar fazlaca sinmişti?

Yavaş yavaş çizginin üzerinde 'uyanmak'a doğru kayarken, başımı gömdüğüm yastıktan yana çevirdim. Hala çizginin üzerinde kayma aşamasındaydım ki duyduğum bir diğer cırlama sesi bana yardım ederek itmişti beni uyanmaya. Başta yüzümü buruşturdum, ardından  birbirine yapışmış gibi olan gözlerimi araladım. Görüş alanıma ilk giren tavandı. Sanırım gözlerim hala bulanık görüyordu, çünkü odamın tavanı bir değişik gelmişti gözüme. Gözlerimi birkaç kez açıp kapadıktan sonra tamamıyla açtım. Ve yine ilk baktığım nokta tavandı. Ve de bu tavan benim odama ait değildi. Uyku sersemi olan bakışlarımı yana çevirdim. Orada da beni karşılayan bir adet beyaz komodin ve üzerinde olan gri abajurdu. Uyku yavaştan beynimi terk ederken gözlerim korku ile büyüdü.


Tavan benim odama ait değildi ve ben şu an beyaz  komodinin üzerinde olan abajur ile bakışıyorum. "Hii!" dedim kafamı yastıktan endişe ile kaldırırken. Kolumun üzerinde dururken gözlerim odayı taradı ve bilin bakalım neredeyim? Merih'in odasındayım. Hani şu odasına Emir ve Atıl' ı bile almayan çoçuğun odasındayım. Ve ben bu odaya üçüncü kere giriyordum, bu başarımı sonra kutlayacaktım.Endişe bütün bedenime yayılırken yatağın üzerinde doğruldum. "Ne işim var benim burada ya?" diye mırıldandım korkuyla odanın içine bakınırken. Oda da yalnızdım. Ve dışarıdan sesler geliyordu.  Seslere bir anlam veremezken kaşlarım çatılırken, gözüme siyah deri koltuğun üzerinde onunla uyum içerisinde olan siyah çantam ve siyah montum ilişti. Özenle üzerime örtülmüş olan örtüyü açarak ayaklarımı yataktan sarkıttım. Ben ne zaman Merih'in odasına geldim ya? Anlamsız bakışlarım odada gezinirken yataktan çıkıp çantama adımladım. Ama o sırada çantam ve montumun yanında gözüme siyah dar paça bir pantolon çarpınca yerimde durup altıma baktım. Gözlerim büyürken yanaklarım yanmaya başladı. Altımda onun siyah eşofmanlarından bir tane vardı. Ve ben bunu kendim giymedigime emindim. Yüzüm iyice yanarken ve aklıma bazı sahneler gelirken çantama doğru adımlarımı devam ettirdim. Çantamı alıp içinden telefonumu çıkardım. Ekranı aydınlatınca ağzımdan bir "Oha!" kaçmıştı. "Elli yedi cevapsız arama ve on sekiz mesaj mı?" derken deri koltuğa oturdum. Aramalar abim ile Öykü'dendi. Mesajlar da öyle.

KARANLIK İKİLEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin