14. Bölüm

5.4K 371 8
                                    

Yeni bölüm! Oy ve Yorumları eksik etmeyin :)

_______

           

Sevgili Günlük,

İlk defa sana, onunla ilgili depresif bir yazı yazmayacağım. Bir iki gün sonra onunla buluşup, hurdalıktan çıkardığı bir arabayı adam edeceğiz. Gitmeden önce onunla doya doya zaman geçireceğim demek bu. Bu kadarı için bile Allah'a şükrediyorum. Ewan ile tanıştığımdan beri o kadar çok ortak yanımız ortaya çıkıyor ki şaşırmamak elde değil. Geçenlerde doğum günümüzün bile aynı ayda olduğunu öğrendim. Bu kadar ortak nokta olunca ister istemez aramızda güçlü bir bağ hissediyorum. Sanki ikimizin birbirimizin kaderiymiş gibi. İşin aslı da öyle. Yoksa aşık olamazdım. Sonuçta aşk, benim seçimim değildi, değil mi? Sonumuz istediğim gibi bitmeyecek, şüphe yok. Fakat onunla karşılaşmam, aşık olmam.... bunların hepsinin bir nedeni var. Biz insanlar, Allah'a kulluk etmek için yaratılmışızdır ve dünya'ya da kulluğuna değer olup olmadığımızı sınamak için gönderilmişizdir. Bu yüzden o da benim için bir sınav. Bir yerde, Allah'ın  insanları, en çok arzuladıkları şeyle sınadığını okumuştum. Bir İslam aliminin sözü müydü, neydi? Hatırlamıyorum. Ben, şu yaşıma kadar gerçek manada, tutkuyla hiçbir şey arzulamadım. Bugüne değin. Sanırım aşk, insanın en büyük sınavlarından biri. Öyle olmasa idi Leyla ile Mecnun gibi aşkları ile ünlü efsaneler olur muydu? Hz. Yakup bile aşkı ile sınanmamış mıydı? Oğlu Hz. Yusuf'u o kadar çok seviyordu ki Allah da onu, onun hasreti ile sınamıştı. Hikayelerin sonunda aşıklar ya bu dünya'da ya da öbür dünya'da vuslata eriyor. Ben de erecek miyim acaba? Yoksa bana bir şeyler öğretmek, zayıf yanlarımı güçlendirmek için katlanmam gereken bir şey mi bu? Aşk acısı yaşayan diğer insanlar gibi üç ay sonra, bir gün kalktığımda unutmuş mu olacağım? Bilmiyorum. Tek bildiğin sabırla katlanmam gerektiği. Zaman bana ne olacağını gösterecek.

10 Ağustos

Buğday sarısı saçları, güneşin altına hafif kızıla kaçıyordu. Ela gözleri denizin ötesini görebilmek umuduyla kısılmıştı. Yüzünde bir ben hariç hiçbir leke yoktu. Üzerindeki kıyafet halkının geleneklerinden geliyordu. Ama Alba adasının yerlilerinden izler taşımıyor değildi. İlk bakışta onu Bey Tarkan'a benzetmiştim, ama kesinlikle o değildi. Sert çehresi düşünceliydi. Çevreme bakındım. Holyrood Sarayının hemen güneyinde yer alan, Holyrood Parkındaki tepelerdeydim. Ama milenyumdaki halinden çok daha yüksek görünüyordu. 

"Erdur!"

Onun yaşlarında ama daha bilge görünen bir başka adam yaklaştı. Kardeşi miydi acaba? Çünkü benzer özellikleri vardı. Onun kılık kıyafeti yerlilerinkine daha çok benzese de kam elbiselerine benzer çok nokta fark ettim. Bu iki adam da iki kültürün ve geleneğin birleşmiş hali gibiydi. Erdur, diye seslendiği adam yerinden kıpırdamadı. Sonunda, "Kuzenim." dedi ve gelen adama döndü. Onun gözleri maviydi. Yüzü ve bedeninin kalanı mavi şeritler ile boyanmıştı. Sanki bir çeşit ayine hazırlanıyor gibiydi. O an boynundaki kolyeyi gördüm. Herkesin görmesi için özenle açığa çıkartılmış gibi, boynundan sarkıyordu. Şu an benim boynuma taktığım kolyenin aynısıydı.

"Hazır mısın, Erdur?" Erdur başını salladı. "Sorun nedir? Düşüncelisin."

"Doğuyu düşünüyordum. Babam Utar Bey Tarkan'ın anavatanını hayal ettim. Ölmeden önce görmek isterdim." 

"Artık evimiz burası Erdur; atalarımızı şereflendirmek ve kendi tarihimizi yazmak için. Senin bile olmayan bir anı için fazla kafa yoruyorsun. Sana ait olmayan geçmişi unut. Kendi geleceğini inşa etmeye başla. Bugün bu yüzden burada toplandık. Tengri'nin izni ile, ana ve babamızın başlattığı şeyi, biz bitireceğiz."

İskoç Kral ve BenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin