15. Bölüm

5.3K 395 7
                                    

Yeni bölüm ile karşınızdayım. :)

Aklımdakini tam yansıtmadı ama bulabildiğim tek çift ejderha kolyesi bu.

_______


İskoç Ulusal Galerisi, ilk tercihlerimden biri oldu. Hem araba ile 17 dk. içinde eve varabilirdim. Mimarisi eski Yunan mimarisine benziyordu. Bu yüzden 'İskoç Ulusal' ismi ile pek bağdaştıramamıştım. Madem ulusal idi o zaman insan kendi kültürel mimarisine uygun bir bina yapmalıydı. Omuz silkip, içeri girdim. İçerisi dışarıdan daha güzel görünüyordu. Dış bina oldukça soğuk ve sıkıcı bir görüntü sergilerken, içerisi daha zengin ve şaşalıydı. Burası adı üzerinde, galeri idi. Bir sürü portre, manzara resmi, büst ve heykeller vardı. Genelde ilgi alanıma girmediği için, bu müzeyi geldiğimden beri es geçmiştim. Ama biraz farklılığın zamanı gelmiş olabilirdi. Giriş katında revakların üzerinde boydan boya tarihin ünlü İskoç insanları resmedilmişti. Bunlardan biri de MacAlpin klanının atası Cináed MacAlpin idi. Örgülü saçları ve hemen arkasındaki boynuzlu miğferi ile duran adama bakınca İskandinavlara benzettim. Runik alfabenin eski Türk alfabesi olduğunu ve Odin'in Turkland'dan geldiği düşününce ki eskiden beri Türklerin yurt bellediği her toprağa Türkiye denirdi, oldukça manidar bağlar kuruyordum. Ona bakınca içim bir garip oldu ve hali ile aklıma Ewan MacAlpin geldi. Hemen aklımı ondan uzaklaştırıp giriş katını incelemeye başladım. İtalyan Rönesansından, Hollanda sanatından ve Rubens ve Van Dyck'dan, ki tanımıyorum, resimler vardı. Aşağı katta ağırlık İskoç sanatında iken üst katta da ağırlık Fransız sanatında gibi duruyordu. Elbette ki resimlere bir üstat gözü ile bakmıyordum. Sonuçta resimden, heykelden falan anlamam. Bakarım, hoşuma gider veya gitmez. Ne anlattığını anlamaya çok ender uğraşırdım ama eski sanata değer vermek lazımdı. Resimler de romanlar gibi bize bir hikaye anlatıyordu. Yeter ki bakmasını ve görmesini bilesin. Ama modern sanat dedikleri şeyi de hiç sevmiyordum. Zaten ben eskilerin insanıyım.

Kırmızı renkte bir odaya gelince durdum. Tam ortada, bir masa gibi bir şeye sırt sırta vermiş gibi birbirine dayalı dört kırmızı deriden yapılma koltuk vardı. Bunlardan sadece biri doluydu. Çocuklu bir aile oturuyordu. Ben de hemen öbür tarafındaki boş olana geçtim. Önce kulağıma kulaklığımı takıp, telefondan müzik açtım. Daha sonra da araştırma defterimi çıkartıp, görüp bildiklerimi yazmaya başladım.  Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama yanıma biri oturunca, yazmam da bitmişti. Telefonu cebimden çıkartıp saate baktım. Müzenin kapanmasına yarım saat vardı. Gitme vakti gelmişti. Uygulamadan hava durumuna bakınca, Edinburgh yağmurlu görünüyordu. Muhtemelen çoktan başlamıştı. Zira birkaç dakika önce gözüme ıslanmış iki kız arkadaş takılmıştı. Önlem almadan gelmem akılsızca bir hareketti. Defterimi kapatıp, sırt çantama attım. Elim saçıma gitti. Yine dağılmıştı. Saçlarım toplanmayı hiç sevmiyor, her yerden saç çıkıyor, hemen dağılıyordu. Aklıma kral ile karşılaştığım ilk gece geldi. Saçlarımın özgürlüğe düşkün olduğunu söylemişti. Benim gibi. Gülümsememe engel olamamıştım. Kalbim tatlı tatlı attı. Bu gülümsemem, birinin kulaklığımı çıkartana kadar sürmüştü. Muhtemelen görevlilerden birinin, gitmem için uyaracağını sandım. Ama hareketine de kızmamış değildim. Böyle mi yapılırdı?

Ewan gülümseyerek kulaklığı kulağına taktı. "Şaşırtıcı. Epic müzik ha? Pop falan dinlersin sandım." Bana bakıp, baştan aşağıya beni süzdü. O an keşke teyzemi dinleyip, daha şık bir şeyler giyseydim diye düşündüm. "Aslında ilgi alanlarını düşünürsek sana yakışıyor."

Solumdaki kulaklığı çıkartıp, iyice ona döndüm. Kafasında bir şapka ve gözünde de bir gözlük vardı. Gözlerinin bozuk olduğunu bilmiyordum. "Ne zamandır buradasın?"

"On dakika falan oldu. Ama beni fark etmedin bile."

"Beni uyarmalıydın."

"Neden? Yüzün şekilde şekilde girerken seni izlemek zevkli. Ne düşündüğünü ve hissettiğini tahmin ettiğim bir oyun kurguladım."

İskoç Kral ve BenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin