Ve 2. bölüm ile karşınızdayım.... Fikirlerinizi eksiltmeyin. :)
Resimde Craigcrook Kalesinin resmi var. :)
__________
Telefonumun zili odanın içini doldurduğu an gözlerimi hızla açıp, yerimden fırladım. Odanın karanlığında telefonu aramaya başladım. Neyse ki parıldayan ışığı sayesinde tuvalet masamın üzerinde buldum. Saat sabah altısı idi. Elbette ki saat ve alarm Türkiye saatine ve namaz vaktine göre kuruluydu. İskoçya'ya gelince düzeltmeyi akıl edememiştim. Aramızda iki saat olduğuna göre şu an saat sabahın dördü olmalıydı. Erken yattığım için erken kalkmak da sorun olmamıştı. Kendimi oldukça dinç hissediyordum. İyi dinlenmiştim. Esneyerek bedenimi açmaya çalıştım. Daha sonra pencereyi açarak sabah havasını içime çektim.
"Çok güzel."
Yaz olmasına rağmen gündüz 20 dereceyi zor geçen bir ülkede, günün aydınlanmadığı bir saatte havanın daha sıcak olmasını bekleyemezdim. Üzerime bir şey almamam durumunda hava beni kesinlikle hasta edebilirdi. Ama yine de kokusu ve yüzüne çarptığında hissettirdiği duygu çok güzeldi. İlginçtir ki 20 derece, Antalya'daki kış mevsimiydi. Bu yüzden bana çok ters geliyordu. İskoçya da Birleşik Krallık gibi ters bir ülkeydi. O zaman Türkiye'ye yazın gelen İskoç turistlerin hali fena oluyordur? Hele ki bu yer Antalya ise. Zira güneş altında hava sıcaklığının 50 derece olduğu zaman oluyordu ki yerlisi için bile nemle birlikte bunaltıcı bir havaydı. O yüzden İskoçlar için en iyi ziyaret döneminin kış vakti olduğuna karar verdim. Ama o zaman da yağmura yakalanabilirlerdi. Belli ki alışıklar ama kendi ülkelerindeki mevsimin tersinde bir şeyi tecrübe etmeleri daha mantıklı olmaz mıydı?
"Bayan mantık konuştu!" dedim kendi kendime. Kafamın içinde gereksiz yorumlar yapma huyumdan bir türlü vazgeçememiştim. Kendi kendime o kadar çok konuşuyordum ki bazen deli miyim acaba diye düşünmeden edemiyordum.
Telefonumu alıp, namaz durumunu Edinburgh'a göre güncellemek için Diyanet uygulamasını açtım ve gerekli talimatları verdim. Saat 4:30 gibi güneş doğuyordu. Bu yüzden ilk işim tuvalete gitmek oldu. İhtiyacımı giderdikten sonra sabah namazına hazırlandım ve Kıble Pusulası ile yönümü tayin ettikten sonra sabah ibadetimi gerçekleştirdim. Adedim olduğu üzere namazı bitirdikten sonra sadece şükür ettim ve kalktım.
Doğruca tuvalete gittim. Bir banyo daha yapıp yapmamaya karar vermeye çalıştım. Yatmadan önceki sıcak su çok iyi gelmişti ve yeni güne yıkanarak başlamak tazelendirici bir etkiye sahip olacaktı. Saate baktığımda on beş dakika geçtiğini gördüm. Yapacak daha iyi bir şey olmadığı için kendimi yeniden sıcak suyun altına attım. Daha sonra saçımı tarayıp kurttum ve tekrar taradım. Kimi insan önce kurutur sonra tarardı belki ama benim saçımın yolunmasına neden oluyordu. Saçlarım ince telli olduğu için en iyi çözüm tara, kurut, tara yöntemiydi.
Temiz iç çamaşırları giydikten sonra yatağımın üstüne fırlattığım tişört ve eşofman altını- benim pijamalarım- yeniden giydim. Saçlarımı at kuyruğu yaptıktan sonra banyonun lambasını kapatıp, odamdaki küçük lambayı yaktım. Hava aydınlanmıştı ama benim için yeterli değildi. Soğuk hava odanın içini doldurunca pencereyi kapatıp, yarım bıraktığım romanımı aldım ve tekrar yatağa girip, okumaya başladım.
Ben bir librokübikülaristim. Yani yatakta kitap okumayı hastalık edinmişlerdenim. Gerçi buna tam olarak hastalık da denilmez. Alışkanlık demek daha doğru olur. Oturarak bir şey yapmayı sevmeyecek kadar rahatıma düşkün bir insanım. Anneme göre yatakta doğdum, yatakta büyüdüm ve yatakta yaşıyorum. Eh, muhtemelen de yatakta öleceğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İskoç Kral ve Ben
Romanceİskoçya'da umduğundan fazlasını buldu. Ece Alp, tarihin ve gizemin içinde yaşayan genç bir kızdır. Bu tutkusu onu İskoçya'ya kadar götürür ve aile yadigarı gizemli kolyesi sayesine atalarının izini sürer. Bundan sonraki yaşadıkları ise onu çıkmaza...