Evet merhabalar arkadaşlar biliyorum geç bir yayın oldu ama affola..:) resimde ki arkadaş bildiğiniz üzre Eren..:) Keyifli okumalar..:)
İnsanların değişimlerini göremeyecek konumda olmak çok kırıcı. Çok zor, çok yıpratıcı. Değişemez zannedilen şeylerin zamanla değiştiğine şahit olmak ise asla silinemeyecek bir yara izine dönüşür adeta. Oldukça yıkıcı.
Biliyordu. Yıkılacağını, dönüşmeyen bir yara olacağını. Yaptığına pişman olacağını biliyordu Ayaz. Terastan başını kaldırıp gökyüzünü izledi. Yağmur damlaları tek tek yer yüzüne düşerken havanın oldukça kasvetli olduğunu fark etti. İntikam. İki ucu keskin saplı acı öyle değil mi? Peki eline geçen neydi şimdi? Derin bir nefesin ardından elleriyle kollarını sararken alt dudağını ısırdı ve gözlerini yumdu. O an aklına okuduğu bir hikaye geldi. Sahi neydi adı?
Frezyalar imparatoriçesinin ölümü... Ne yapmıştı imparatoriçe? Sevmişti değil mi? Çiçekleri. Çocukları. Doğum lekelerini. Güzel mi? Değildi imparatoriçe. Başka romanlarda anlatılan o şahaser kadınlardan biri değildi. Belki de en çok bu etkilemişti Ayaz'ı. Gözleri badem değildi mesela, şehla hiç değildi. Burnu kalkık ve bir oyma ustasının elinden çıkmış kadar kusursuz da değildi.
Ama imparatoriçeydi işte, halkı dünyadaki tüm renkleri içinde barındıran çiçeklerin olduğu uçsuz bucaksız bir bahçenin kusurlu-kusursuz imparatoriçesi. Aslına bakarsanız kusurun ne olduğu da tartışılırdı. Doğum lekeleri ve benler kusur gelmezdi ona. Bir mühür gibi hissederdi. Tek ve özel. O yeterdi. İnsanların hayali ve gerçek tüm izlerine aşıktı. Bir söz duymuş, duyduğunda ağlamıştı. "Kalbi sakat olmasın da..." Sahi gözler olabildiğine güzel bakamayacaksa bakmasın. Yürek: sevgiye, merhamete, aşka kör olmasındı.
İmparatoriçe ama ne imparatoriçe? Aslında vasat bir insandan halliceydi. Sırça bir sarayı yoktu. İpekten perdeleri, tacı, tahtı, asası... kuş tüyü yastıklarda uyumazdı. Papatyaları vardı birkaç tane kurumuş... Ama asıl olan frezyalardı onun için. Umudun ve masumiyetin çiçekleri. Bir gün evinin arkasında gerçekten frezyalarla dolu bir bahçesi olacaktı, biliyordu. Pencerelerinin önünü süsleyen beyaz çan şekilli gelin çiçekleri...Ama bir gün, bir adam daldı mabedin orta yerine. Bir bahçıvan. Çiçeklerden bile daha güzeldi bu adam. Gülse muhtemelen hanımelleri solardı hırsından. Kahkasına serçeler can verirdi, bakışına begonviller susuz kalır; aslan ağızlarınının, petunyaların başı saksılarına düşerdi. Kokusunu bilmiyordu henüz ama dönüm dönüm bahçelerin kokusunu bastıracak kadar keskin ve güzel olduğuna emindi. Adam bir bahçıvan olarak geldi kutsallarına, çiçekler darılmadı, küsmedi bu yüzden aşık oldular ona. Adam suladı onları, yapraklarını sildi topraklarını havalandırdı. Ve adam en gizli duygularına şahit oldu vasat imparatoriçenin.
Tüm kalbiyle güvendi ona kraliçe. Elinden tutup, gözü gibi baktığı frezyaların olduğu çukura götürecek kadar çok. Bilmedi ki sevmezdi Adam frezyaları, umudun çiçeklerinden nefret ederdi o. Gözlerinin önünde bahçe makasıyla kesti hepsinin başını, bir bir. İmparatoriçe göz yaşlarıyla izledi sadece, yapma demedi. Dur demedi. Frezyalardan daha çok sevmişti onu, nasıl diyebilirdi ki? Sonra yetinemedi Adam. Başını kesmişti hepsinin ama tekrar çiçek açmaz mıydı onlar? Elleriyle söktü bu defa, canı çıktı da sesi çıkmadı kızın. Sanki onları değil de damarlarını kopardı Adam, öyle acıttı. Kovdu onu, bu yaralanan bir geyiğin tenhaya çekilip yarasını yalamasına benzedi. Kovdu onu, iyileştirdi kendini ama yine de kurtaramadı Frezyalar İmparatoriçe'sini. Bitkisel hayat falan değildi bu, düpedüz ölümdü. Uyanmacayacaktı, beyin ölümü gerçekleşmişti Kalbini, frezyalarını büyüttüğü nadide saksısını, doğmamış çocuklara bağışlamak istedi. Hepsinin gözünün pınarından yüreğine süzülüp umut olmak istedi. Gömüldü sonra, mezar taşına bir frezya çizdiler. Kız hala bir frezya bahçesinin olacağına inanıyor ama, bu umut değil. Bu intikam biraz da, kendinden alacağı. Umut çiçekleri gözlerinin önünde büyürken, içinde ölümüne izin verdiği frezyaları hatırlayıp kendi canını sızlatacağı bir intikam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümcül Saplantı (+18)
Teen FictionGünahlar ateşe dönüştü diye aşk özgürlükten vazgeçer miydi? O halde hangi bedende olduğunun ne önemi vardı? Lakin önemliydi işte. Derler ki: Uçsuz bucaksız bu gökyüzünün altında her birimiz küçücük birer kum tanesiyiz. O kadar varız ve dah...