36. Bölüm(***Part-2-***)

1.6K 122 1
                                    

Geçmişin zihnimde hüküm süren izlerinden kendimi kurtardığımda akşam yemeği için hazırlıklara tüm sürat kaldığım yerden devam etmeye çalışıyordum. Kapının çalması ile birden yerimde irkildim. Kahretsin! Kendimi o kadar kaptırmışım ki zamanın farkına bile varamadım. Etrafa şöyle hızlıca bir göz gezdirdim. Aman Allah'ım! Bu mutfak ne ara bu hale gelmişti. Daha doğrusu bu mutfağı bu hale getirmeyi ben nasıl başarmıştım. Gerçekten büyük bir alkış tufanı içinde kendimi içten tebrik ediyorum. Hiçbir insan evladı bunu başaramazdı. Tabi benden başka... Bravo bana ya, gerçekten bravo...

Göz ucu ile suyun içinde can çekişen makarna tanelerine korkak gözler ile baktım. Bunlar sanki biraz şey mi olmuş ne? Sanki şey, şey gibi... Of, kızım ya insan bir makarna yapmayı da mı beceremez? Resmen makarna katliamı gerçekleştirdim şuna bak. Ya sos, ya sosa ne demeli? Aman ya Rabbi buna sos demeye bin şahit ister. Ya salataya ne demeli, yeşilliklerin canını çıkardım. Resmen malzemeler tabağın içinde can çekişerek kıvranıyor. Bu nedir arkadaş? İnsan bu kadar mı beceriksiz olur? Yok, yok benden bir halt olmaz, ben kesin evde kaldım. Aslında bende hata söyle Emine teyzeye hazırlasın, ne diye engel oluyorum ki sakın yemek yapma ben yaparım diye. Yapsın Emine teyze yemekleri, koy Cantuğ'un önüne sonra da göğsünü gere gere ben yaptım diye at havanı ama yok dürüstlüğüm tuttu.

"İtiraf ediyorum kaşındım, rezil rüsva olmayı kendim istedim," diye dertli dertli iç çekerken yapmaya çalışıp da beceriksizliğimin nişanesi olan yemeklere yüreğimde oluşan vicdan azabı ile bakıyordum.

Kapının ısrarlı çalışının kulağımda yarattığı rahatsızlıkla bir anda kendime geldim. Kapıda dakikalardır bekleyen ve bu süre zarfında şanslıysam kök salmamış olduğunu umut ettiğim, unuttuğum huzur adımımın varlığını fark ettim. Kapıyı açmadan önce gözümün ucu ile fark ettiğim başka bir gerçek yüzümde munzır bir gülümsemeye sebep oldu. Elime aldığım telefon ile hain planlarımı gerçekleştirmek adına kayıtlı olan numaraya bastım. Başka çarem mi var, diye kendi kendimle konuşurken kendimi ikna etmenin bahanesini çoktan bulmuştum. Ah ya ben resmen akıl küpü, zekânın beden bulmuş haliydim. Kısa bir zaman aralığında işimi halledip koşar adım kapıya yöneldim. Garibim Cantuğ halen kök salmadıysa ve gitmekten vazgeçmediyse hala beklettiğim noktada olmalıydı. Siteye girmeden önce adını vermiş ve bir misafirim geleceğini söylemiştim. Annemi de Cantuğ'un yemeğe geleceği hakkında bilgilendirmiştim. Kadın tuhaf bir şekilde Cantuğ'un etrafımda olmasından hoşnuttu. Arda'ya olan resti karşısında Cantuğ'a olan yakınlığı çoğu zaman kafamı karıştırıyordu ama bunu şu an düşünecek değildim. Malum kapının ardında bir adet huzur adam bulunmaktaydı. Daha fazla kapıda bekletmemek adına soluk soluğa kapıyı açtım. Cantuğ omzunu kapının kenarına doğru yaslamış bakışlarındaki şüpheyi saniyesinde fark ettim. Tüm şirinliğimi suratıma takınarak otuz iki dişimi seyrine sunarken "Şey, ocakta yemek vardı da anca açabildim. Hoş geldin," demiştim heyecanımı belli etmemeye çalışarak. Ah! Ne yemek ama, şaka gibi hem de en eşeğinden.

"Yemeği ocakta yaptığından emin misin?" diyerek alayla bana gülümsedi. Az önceki bakışı yüzünden silinirken şimdi gayet keyifli dahası eğlenen bir havası vardı. Bir dakika ya o gülüyor muydu? Hem de bu kadar bekletilmenin ardından.

"Ne? Anlayamadım?" Şaşkınca ve bir o kadar da panik bir halde acele ile konuştum. Ne demek istemişti ki şimdi?

"Diyorum ki yemeği ocakta değil de yüzünde yapıyordun galiba, eh insan yüzünde yemek yapmak da zor olsa gerek."

"Ne?"

"İnanamıyorum sana Mira, şu suratının haline bak?" dedi. Ben hala söylediklerinin beynimde bir bir canlanması için çaba sarf ederken bedenim bir taş misali yaşadığı şok ile yerinden kımıldayamıyordu. Bu adam neden bahsediyordu acaba? Bana bir adım attı? Yanağıma doğru yavaşça eğildi. "Hoş gördüm. Hoş buldum," dedi fısıltı halinde ve yanağıma tüy gibi onun şefkatini hissettiğim küçük bir öpücük kondurdu. Ben hazırlıksız yakalandığım bu hareket ile ne yapacağımı şaşırmış bir haldeydim ki kulağımda çınlayan sesi , "Tuzu eksik olmuş," deyince bir adım gerileyerek kaşlarımı çatarak afalladığımı fark ettirmeye çalıştım. Ağzımdan kontrolsüzce "Ne?" çıkmıştı. Benden hoşnut olduğum sıcak yakınlığını çekerken şimdi gözlerime odaklanmıştı.

"Sosun diyorum biraz tuzu eksik olmuş," dedi ve ben o an karşımda kıs kıs gülen adamın ne demek istediğini dakikalar sonra anladım. Hay aksi! Suratıma makarnanın sosu bulaşmış olmalıydı. Nasıl becermiştim bilmiyorum ama o sostan bir parça yüzüme bulaştırmayı becermiştim. Of ki ne of! Daha gecenin başında adama daha kapının girişinde rezil olmuştum.

"Beni içeriye davet etmeyi düşünmüyorsun galiba," diyerek yol göstermeme izin bile vermeden teklifçe beni es geçerek içeriye geçmişti.

"Ah tabi lütfen sen geç keyfine bak," diyerek avcumun içini kafama vurdum. Bu hareketim kendime bir nebze gelmemi sağladı. İki dakika da daha ne olduğumu anlayamadan darma duman oldum. Bu adam benim aklımı başımdan alıyordu. Dilim bile iflas etti. Bu nedir arkadaş? Kapıyı kapatıp Cantuğ'un peşinden sarsak adımlar ile gittim. O kadar dalgındım ki elinde tuttuğu kır çiçeklerini ve hediye paketini almayı unutmuştum. Salonun ortasında kanepemin önünde ayakta elleri dolu duran arkadaşımın ayaklı karizma diye adlandırdığım ağabeyine bakıyordum.

"Bunlar senin için," diyerek çiçekleri gösterdiğinde aklım yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Yaptığım kabalığı fark edip, "Ah lütfen kusura bakma kafam yerinde değil. Yemek yapmak sandığımdan daha karışıkmış. Galiba mutfak işi bana göre değilmiş," diye gülerken elinde tuttuğu çiçekleri ondan aldım.

"Teşekkür ederim. Çok zarifsin, bunlar çok güzeller." O bana sıcacık gülümsemesini gönderirken ben elimi ayağımı bir türlü nereye koyacağımı bilemiyordum. Kahretsin! Neler oluyordu böyle?

Başımın Tatlı Belası# TAMAMLANDI#Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin