43.BÖLÜM(***Bahtsız Bedevi***) Part-1-

1.4K 120 2
                                    

"Sen daha gitmedin mi?" diyen o ses, o zalim ses... Sağır olsaydım da duymasaydı kulaklarım. Yüzümün çehresi an be an karanlık kuyulara çekilirken huzur fersah fersah benden uzaklaşıyordu. Gözlerimi ağır çekimde açıp kapatırken derin bir nefes alıp vermiştim. Kasılan vücudumu hareket ettirmek adına arkamdan gelen sese doğru yavaşça dönerken yüreğim bin bir duaya çoktan durmuştu.

"Didem," sesim dişlerimin arasından yılan tıslaması gibi çıkmıştı. Onun yalnız olduğunu gördüğüm an içten içe şükür ediyordum. Ya Vural da yanında olsaydı, ya bana seslenen o olsaydı, düşünmesi bile kötüyken gerçekleşmesi hayal dahi edilemezdi. Sonra ayıkla pirincin taşını.

"Kızım hani gidiyordun sen?" Sesi kızgın çıkarken yanımdaki tuhaf bakışları ile bizi süzen iki adamın kim olduğunu sorarcasına kaş göz işareti yapıyordu. Bu bir çeşit onun için sorgulama türüydü. Konuş yoksa canına okurum, der gibi bakışları ile beni tehdit ediyordu.

"Şey bizde tam kalkıyorduk. Değil mi arkadaşlar?" diye yanımdaki adamlara bakıyordum. Uyarı dolu bakışlarım onlara çoktan ulaşmıştı ki hiçbir şey söylemeden hemen ayaklandılar.

Didem "Bir dakika bir dakika," ansızın ciyaklayarak ellerini havaya kaldırmıştı. Durumu kontrol altına almak adına gözleri ile ayağa kalkmış Cantuğ ve Arda'yı yerinde durdurdu. Soran bakışlarla Didem'e bakıyorlardı. Didem ondan beklenen bir performans gösterirken ben başımı ellerimin arasına almış çoktan kendimi öldürme planları yapıyordum. Bu olmamalıydı. Didem ile karşılaşmamalıydılar. Bunun yaşanmasından ise Vural ile karşılaşmalarını tercih ederdim. Of ki ne of...

"Siz ikiniz?" diye bir eli ile onları işaret ederken, diğer elini beline atmış kaşlarını çatmış onları mahvetmeye hazırlanıyordu. Hesap sorar gibi konuşmasına başladığında artık her şey için çok geçti.

" Siz kimsiniz? Mira'nın yanında ne işiniz var? Hanginiz bu kızın sevgilisisiniz? Kaç yıldır berabersiniz? Yoksa nişanlandınız mı? Daha da kötüsü yoksa evlendiniz mi? Ve tüm bunlardan benim neden haberim yok. Ah hadi ama biriniz de ağzınızı açıp sorduğum sorulara cevap verseniz ya? Ah Mira ah tevekkeli değil bizden yıllardır uzak duruyorsun. Kızı bir yalnız bıraktık başına neler gelmiş. Ah ah ben tüm bunları nasıl kaçırdım?" Kendi kendine öfkesini kusuyordu ve benim midem bu sorgulamayı kaldırmıyordu.

"Didem yuh artık ya nefes almadan kaç soru sordun öyle? Bak şimdi özet geçiyorum ve başka soru da istemiyorum. Anlaşıldı mı?"

"A-ama..."

"Anlattıklarımın ötesinde tek bir soru sorarsan akşam beni unut, anlaşıldı mı dedim." Bakışlarımın ve ses tonumun tehdit içerdiğini söylememe gerek yok sanırım. Söylediklerimden sonra biraz tırsmış olacak ki tek bir kelime dahi etmeden anlaşıldı der gibi kafasını heyecan ile aşağıya yukarıya doğru sallamaya başladı.
"Güzel, o zaman aç o kulaklarını ve beni dinle. Kafanda saçma sapan senaryo ve kurgular oluşturma. Arda, Umut'un yani kuzenimin arkadaşı şirketimizde yönetici, Cantuğ Cemre'nin ağabeyi o yokken işler ile ilgileniyor. Bizde buraya iş görüşmesi için gelmiştik." Tek solukta inandırıcı olmak adına kendimden emin bir tavırla, sesimin düz bir tonda çıkmasına dikkat ederek konuştum.

"Bu kılık kıyafet ile mi?" diyerek beni baştan aşağıya süzerken alaycı bakışlarını eşofmanım ve basit tshirtümün üzerinde gezdirdi. Ah tabi ya, benim üzerimde evde bile giyilmeyecek tarzda bir kıyafet bulunuyordu şu anda değil mi? Heyt be bu cücük beynim ile kimi kandırmaya çalışıyorsam ben?

"Başka bir soru yok demiştim hatırlatırım."

"Tamam bir şey demedik." Ellerini göğsünün altında birleştirmiş hala kıyafetimin alakasızlığını süzüyordu. Daha fazla dayanamayıp şimdi de onu ikna etme yoluna girmiştim. İflah olmazdım ben, cidden yaşadıklarımı sonuna kadar hak ediyordum.

"Şey, biraz acil bir toplantı oldu. O yüzden, vakit olmadığı için bende böyle... Of Didem ya sana yalan mı söyleyeceğim ya iş için geldik işte altında bir şey arama... Havadan nem kapıyorsun sende... Uzak tut cazır cuzur çalışan dedikodu makineni hayatımdan yoksa bak sonu fena olur." Derken elimden geldiği kadar inandırıcı olmaya çalışsam da başarım tartışmaya açık bir haldeydi.

"Hımm, pek inanmadım ya neyse yakında çıkar kokusu, bilirsin benim burnum çok iyi koku alır." Dedi ve ondan beklemediğim bir şeyi yaparak arkasını dönerek gitmeye hazırlanıyordu. Ben atlattım diye derin şükür nefesi verirken o soluğun kursağımda kalacağını bilmeliydim.

Beklemediğim ani bir hareket ile dönüp " He bu arada akşam Vural'ın doğum günü partisine bu yakışıklılardan biriyle ya da ikisiyle de katılabilirsin. Sorun olmaz, ben Vural'ı hallederim," dedi ve beni öylece oracıkta bırakıp gitti hain cadı. Ben sandalyem de sinip kalmışken ne Arda'ya ne de Cantuğ'a göz ucum ile dahi bakamıyordum. Tüm şirinliğimi suratıma yapıştırıp onlara bakmadan sesimin olağanca gücü ile " Hadi kalkalım artık, oho saatte kaç olmuş." Dedim ya bir de utanmadan.

Arda "Otur yerine Mira," dedi hiddetli hödük...Bir kerecik ya bir kerecik nazik ve kibar ölürsün değil mi?

"Arda yeter artık sessiz kaldıkça sınırlarımı zorlamaya başladın. Bir daha Mira'ya sesinin yükseldiğini duyarsam..."

"Duyarsan ne olacak Cantuğ? Söylesene duyarsan ne olacak?"

"Uygulamalı olarak göstermemi ister misin?" diye öne atıldığında aynı anda Arda'da ayağa kalktı. İkisi de göğüs göğse geldiği anda aralarına girmek için bir ok gibi yerimden fırladım. Bu delileri biraz daha birbirinden uzak tutamazsam neler olacağını tahmin bile edemiyordum. Kahretsin! Her bir bela tek tek beni bulup kaderimin yakasına yapışıp sarılmak zorunda mıydı? Ne bitmez çilem varmış benim de böyle.

"Hey, hey durun beyler ne yapıyorsunuz siz?"

"Sen karışma Mira," diyerek aynı anda keskin bir öfke ile bana dönen gözlerde şu an fitili ateşlenmek üzere birer dinamite benziyorlardı. Ya ben nasıl bir hata ettim de berbat bir güne merhaba dedim. Günü geriye sarabilsem keşke bu günü hiç yaşanmadan hayatımdan silebilsem. Ama hayat yaşanmaya başladı mı geriye dönüş yok. Eee ne yapalım bu bana hak ise yaşamak boynumuzun borcudur.

"Ne demek karışma, kafayı mı yediniz siz?"

"Evet sayende, kafayı yedirttin bana Mira," diye ellerini havaya kaldırıp hareketler yaparken Cantuğ'dan uzaklaştı. Etraftaki ayıplayan gözlere aldırış etmiyordu. Ne olduğunu bile anlayamadığım bir anda elleri ile kollarımı tutup gözlerimin içine bakarken beni sarsıp kendime getirmeye çalışıyordu. " Şimdi bana doğruyu söyle sen bu akşam Vural'ın doğum günü partisine mi gidiyorsun? Sen yine o adamın yanına mı gidiyorsun?" Direncim giderek kırılıyordu. Bana böyle bakmamalıydı, benimle bu ses tonu ile konuşmamalıydı. Onun sesi bakışı beni benden alıp götürüyordu. Şu an ne isterse yapacak duruma geliyordum. Bana bu kadar yakın durmamalı, nefesinin sıcaklığını tenimde hissedecek duruma gelmemeliydim. Bu benim sağlığıma da aklıma da zarardı. Ben dilimi yutmuş cevap veremezken Cantuğ'un "Gidiyoruz," demesi ile daldığım rüyadan ışık hızı ile geriye döndüm. Sersemlemiş bir halde bana seslenen adama bakarken Cantuğ Arda'nın kollarının arasından beni söküp almıştı.

Cantuğ bir kez daha "O partiye Mira ile birlikte gidiyoruz," dedi. Konuşamadığımı fark etmiş olmalı ki Arda'ya dönerek " Şimdi müsaadenle gitmemiz gerekiyor," dedi. Elini belime yerleştirerek beni yönlendirirken hala bulutlara basar gibi hissediyordum. Sersemlemiştim, zihnim bulanıktı. O restorandan çıkarken Cantuğ'un dokunuşu ile şefkati, anlayışı ve sahiplenmeyi hissedebiliyordum. Aradığım, beklediğim, istediğim, mutluluğum bu dokunuşta mı gizliydi? Bilmiyordum.

Başımın Tatlı Belası# TAMAMLANDI#Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin