monachopsis;

229 21 44
                                    

monachopsis [ingilizce];

ince ama kalıcı bir şekilde bulunduğun yerde değilmişsin gibi hissetmek.

Ensemden başlayan ağrı yayılınca daha fazla makale okuyamayacağımı kabul etmiş, tüm sekmeleri kapatmıştım. Dün gece kendi kitabım için uykusuz kalmıştım ve sabahtan beri bir ton makale okuyup,düzenlemiştim. Son bir saattir ertelemeye çalışsam da ağrı şiddetini arttırmış, zirveye ulaşmıştı. 

Elime telefonu alarak kafeteryayı aradım ve kendime bir bardak sıcak kahve  istettim. Ağrı kesici olup olmadığını sorduğumda ise yok olduğunu söylemişti. Harika.

En azından kahve iyi gelmeliydi, eve gitmek istemiyordum. İşimin ilk günüydü ve ben henüz vakit geçirememiştim. Kahvem gelene kadar masanın altındaki kolilerimi alıp kitaplarımı kaldığım yerden itibaren düzmeye başladım. Alfabetik sıraya göre düzmeyecektim bu sefer, favorilerimi kendime yakın tarafa düzdüm. Böylece oturduğum yerden onları görebilecek ve mutlu olacaktım.  -Ay bu kitap iyice Jackson-kitaplar fici olacak..-

Kahvemin gelmesiyle kitaplarımı tekrar eski yere iteledikten sonra koltuğuma yayılıp faydası olmasını umarak bir yudum aldım. Her bir yudumda geçmesini diliyorum fakat ağrı bedenimi terk etmiyordu. Kahveyi bırakıp başımı ellerimin arasında sıkıştırdım ve öylece geçmesini bekledim. Keşke yanımda ağrı kesici taşısaydım diye kızdım kendime ama şuan bunu düşünmenin bir faydası olmayacaktı. Kapımın çalmasıyla 'girebilirsin' komutunu verdim ve  zorda olsa başımı kaldırıp gelenin kim olduğuna baktım. Gözlerim Bay Park ile buluştuğunda ağrımı umursamayıp hızla ayağa kalktım ve selam verdim. O da selam verip masanın önündeki sandalyeye oturdu ve dosyaları masaya indirdi. Ah, evet işte şimdi sonum gelmişti. Başım bu kadar ağrırken bunları nasıl düzenleyeceğimi düşünüp dosyalarla bakışırken Bay Park konuştu.
"Çok yoruldun biliyorum ama tüm dosyalar birikmiş Jackson" dudaklarını büzmüş şekilde bakarken ona hayır demem imkansızdı. Bende sandalyeme oturdum ve dosyaları önüme çekerek konuştum.
"Sorun değil, biraz zaman verin halledeceğim."  dediğimde gülümsedi ve teşekkürlerini sundu. Onada bir kahve istettiğimde odayı gezmeye başlamıştı.
"Gerçekten odan çok güzel olmuş, zevkine güveniyordum."dedi ve kitaplarıma yöneldi. Onu takip ettiğimde favorilerimi sordu ve bende ön kısımlara koyduklarımı gösterdim. Çoğunun kendisininde favorisi olduğunu söylediğinde gülümsemeye çalıştım, evet çalıştım çünkü ağrı yayılırken buna efor harcamalıydım. Gülümsemekten çok yüzümü ekşitmiş olmalıyım ki Bay Park'ın 'iyi misin?' sorularına maruz kaldım. İyiyim diye geçiştireceğim sırada kapı çalındı, Bay Park'ta istettiğim kahve gelmişti.
Kız masaya kahveyi bırakırken bana hâlâ başımın ağrıyıp ağrımadığını sordu, bu sefer iyi olduğumu söyleyemeyecektim.
"Bay Wang, ağrı kesiciye tekrar baktım ama yoktu, kendinize dikkat etmelisiniz."deyip gülümsediğinde ilgilendiği için teşekür ettim. Tepsiyi alıp dışarı çıktığında Bay Park'ın soru sorar bakışlarına maruz kalmıştım.
"Neden iyi hissetmediğini söylemedin? Ah! Tanrım, daha birde sana bir sürü dosya getirdim. Ne kadar da kötü bir patronum değil mi?"diye sorduğunda hızla bunun yanlış olduğunu söyledim.
"Sizinle alakası yok, ben sadece ilk gün erken-"
"Jackson,  ilk gün veya son gün, ne fark eder? Sen iyi hissetmiyorsun, önemli olan bu. İtiraz kabul etmiyorum, hemen eve gidiyorsun ve bir güzel dinleniyorsun"
"Ama Bay Park"diyecek oldum ki yine susturmuştu. Aslında dinlenmeyi istiyordum ama bu dosyalar birikecekti ve yine bana patlayacaktı. Şimdi yapsam daha iyi olacaktı. Aklımı okur gibi "Ben dosyaları Bayan Whoshee'ye bırakırım,  sen dinlen."dediğinde derin bir nefes aldım ve kabul ettim. Eve gidip uzanınca ilk işim, ne yaptım da böyle iyi bir patrona denk geldim diye düşünmek olacaktı.
"Bay Park, çok teşekkür ederim gerçekten.." deyip eğilerek selam verdiğimde buna engel olmaya çalıştı ve gülümsedi.
"Bana Jinyoung diyebilirsin, çalışanlarımın Bay Park, Jinyoung -sshi gibi hitaplarda bulunmasını sevmiyorum, uhm. Bu nedense rahatsız hissettiriyor. Erimiş dondurma yemek gibi.."dediğinde benzetmesine gülmüştüm.
"Pekala Jinyoung,  yah bu daha garip hissettiriyor. Neyse, tekrar teşekkür ederim. Birazdan çıkarım" dedim ve gülümsedim.  O da odadan çıkarken gülümsedi ve "Kendine dikkat et Jackson."dedi.

**

Eve gelmiş, yine ağrı kesici bulamamış ve çareyi duş almakta bulmuştum. Şampuanı sıcak su ile saçlarıma yayarken iyi geldiğini hissediyordum. En azından neden sıkıştığını bilmediğim kaslarım gevşemiş, rahatlamıştı.
İyice temizlendiğimde çıkıp hızla üstüme kıyafetlerimi geçirmiştim ve  kendimi yatağa fırlatmıştım. Battaniyeyi kafama aşırdığımda yeniden gelen ağrıyı umursamayıp zorda olsa gözlerimi yummuştum.

>>>
Mark'ın anlatımından devam ;

Eve adım attığımdan beri iyi olmadığını hissedebiliyordum. Sürekli yüzünü asıp ekşitiyordu. Kötü bir şey olduğundan endişelenmiştim fakat sonra ilaç kutusuna baktığında ağrısı olduğunu anlamıştım. Aradığı ilaç bulunmuyor olmalıydı ki pes edip duşa girmişti. Dün geç uyumuştu ve kendini çok yoruyordu. Bunu yapmamasını söylemek istiyordum fakat elimden tek gelen sadece izlemek oluyordu.

Duştan çıkıp yatağına yattığında onu izlemek için yanındaki yerini almıştım fakat yüzünü kapattığında kaderime katlanıp yanına uzandım.
Sürekli bir şeylerle meşgul oluyordu ve ben onu çok özlüyordum. Uyuduğu kısa sürede sabaha kadar onu izleyip hasret gidermeye çalışıyordum fakat yine battaniyeyi aşırdığı bir gündeydik. Yanında kalmaya başladığımdan beri ne zaman battayeyi tamamen örtse o gün mutsuz olduğunu öğreniyordum. Ya ertesi gün Kunpimook geliyor anlıyor ve konuşturuyordu ya da ben davranışlarından anlıyordum. Üzülmesini ya da kötü hissetmesini engellemek istiyordum. Onun mutlu olmasını istiyordum fakat hiçbir işe yaramıyordum. Aslında suçlu değildim, sonuçta elimde değildi ama yine de bir şey olduğunda sonunda kendimi suçlarken buluyordum.

Nefes almak için olsa gerek, battaniyeyi açmıştı ve günlerdir aşağı çeken dudaklarım aniden yukarı kıvrılmıştı. O, o kadar güzel görünüyor ki içimdeki mıncırmak isteğini engellemek gerçekten çok zor oluyordu. Dudaklarını bir bebek gibi hareket ettirip, sıkı sıkı yumduğu gözleri ve minik burnuyla gerçekten çok sevimli görünüyordu. Kolumu başımın altına koyup izlemeye başlarken bir şeyin yolunda gitmediğini anlamıştım. Alnında damda damla oluşan terler, battaniyeyi iteklemesi ve kafasını sallamaya başlaması beni iyice endişelendirmişti. Korkuyla onu izlerken başıma saplanan ağrı ortamdan soyulanmamı sağlamıştı. Etraf kararıyor, başımdaki ağrı hızla yayılıyordu. Ellerimle bastırıp engellemeye çalışsam da bir türlü geçmiyor, çıldırtıyordu. Etraf gittikçe kararıyor, görünüşüm bulanıklaşıyordu. Geçmesini umut ederek gözlerimi hızla açıp kapattığım sırada başımın da döndüğü hissedip gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Yaklaşık beş dakikanın ardından gözlerimi açtığımda Jackson'ın uyanmış olduğunu gördüm. Fakat bir sorun vardı. Jackson şuan tam gözlerime bakıyordu, hemde yüzümdeki şaşkınlık ifadesi ile...

PS/ anlatamadığım veya anlamadığınız bir yer olurda sorabilirsiniz, kurgunun biraz karışık olduğunu söyleyebilirim..

kiss the rain |Markson|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin