engo (japonca);
Yardıma ihtiyacı olan insan..
Havayı ısıtmaya yaramayan ama beni uykumdan eden güneş ışığına bir güzel trip attıktan sonra zorda olsa kalkmıştım. İş yerine gitmeme henüz iki saat vardı, ama ben perdeyi çekmeyi unuttuğum için erkenden uyandırılmıştım. Başımın ağrısının geçmemesi de cabasıydı.
Yatakta oturup başımı ovalarken dün gece gördüğüm rüyayı anımsamam ile birlikte yüzüme yerleştirdiğim ifadeyi ben bile anlamamıştım. Biraz daha öylece beklediğimde ayılmam için duşa girmem gerektiğini fark edip, ayaklarımı banyoya doğru yönlendirdim. Hızlı bir duşun ardından kendimi daha iyi hissettiğime inandırmaya çalıştım.
Saate baktığımda hâlâ vaktimin olduğunu görünce bir kahvaltı yapmam gerektiğimi düşündüm ve mutfağa geçtim. Hızlı bir atıştırmanın ardından tekrar odama dönüp üzerimi giyindikten sonra işe gitmek üzere yola çıktım.
**
Kalın giyinmeme rağmen donuyordum, rüzgarı tüm hücremde hissedebiliyordum fakat yinede bir araca binmememiştim. Yürümeyi tercih etmemin alışkanlık haline dönmesi, iyi bir şey değildi sanırım. Ayak tabanım soğuk zeminden şirketin zeminine geçene kadar adeta titriyordum.
İçeriye girer girmez gözlerimle etrafımı tarayıp kalorifer peteğine yapışmam bir olmuştu. Odam henüz yeni olduğu için kalorifer çalışmıyordu ve ısınmam için elektrikli ısıtıcıyı önceden çalıştırmış olmam gerekiyordu. Bu da mümkün olmadığı için çareyi burada ısınmakta bulmuştum.Ellerimi ovuşturup ısınmaya çalışırken yanımda hissettiğim bedenle kafamı çevirmiştim. Siyah saçlı ve beyaz tenli, benim yaşlarımda çocuk yüzüme bakıp gülümsüyordu. Tuhaf karşılasamda kabalık etmemek için gülümsediğimde konuştu.
"Şirkette yenisin galiba? Seni hiç görmemiştim.
"Evet, henüz bu hafta başladım. Ben Jackson."
"Bende Jae-"dediği sırada bir gürültü kopmuştu. Bende dahil herkes sesin geldiği odaya gözünü diktiğinde sesler giderek artıyordu.
"Gitmeyeceksin diyorsam gitmeyeceksin Jinyoung! Bunun nesini anlamıyorsun?!"
"Sana sormam hataydı.. Hem abartıyorsun, ne olurdu yani gitsem!"
gibi tartışma konusu olan bağırışları duyunca şaşırmamak elimde değildi.
"Bay Park ve sevgilisi yine kavga ediyor sanırım.. Bir süre sonra sende alışırsın" diyen yanımdaki çocuğa sorar gibi baktım. Sevgilisi olduğunu bilmiyordum, yani şirketten biri olduğunu en azından.
Devam etti. "Öyle kavga ettiklerine bakma, biraz sonra barışacaklar ve etrafa yeniden neşe saçacaklar. Yoongi her zaman geldiğinde kıskançlık tartışmaları çıkarır ve bizde dinleriz. Bir zamanlar tüm aksiyonumuzun bundan ibaret olması acı bir şey.."deyip başını eğmişti. Anladığıma göre Bay Park'ın bir erkek arkadaşı vardı ve burada çalışmıyordu. Sürekli kıskançlık tartışmaları yaşadıkları ve ardından barışmaları aralarında sıkı bir bağ olduğunu gösteriyordu. Düşüncelerimden kapının açılmasıyla sıyrılmıştım. Herkes ışık hızıyla işine döndüğünde ne yapacağımı bilemeyip adını tam olarak öğrenemediğim çocuğa döndüm ve bir şeyler anlatmaya başladım. Onları dinlediğim için kendimi suçlu hissetmiştim fakat böyle hisseden bir tek ben vardım sanırım.
"Aslında burada daha önce çalışıyordum, eski şirkette iken yani. Bu arada, adım ne demiştin?"
"Jaebum, adım bu. Ben bu şirket açıldığında işe başladım, seni görmemem normal sanırım. Odan nerede?"diye sorduğunda elimle üst katı işaret edip sağ tarafta olduğunu söyledim. Bir yandan da kaçamak şekilde odadan çıkana bakmaya çalışıyordum. Oldum olası meraklıydım ve bu yönümü maalesef bastıramıyordum. Dayanamayıp tamamen yönümü onlara döndüğümde Bay Park'ın ve Yoongi'nin kıkırdayarak gülüşünün gördüm. Jaebum haklıydı, az önceki gergin hatalarından eser yoktu. Kıskanmamaya çalışsam da başaramamıştım. Çok güzel bir çift oldukları belliydi, asla böyle bir ilişkim olamayacağı düşüncesi moralimi bozmuştu. Dalmış olmalıyım ki Jaebum'ın ne zaman ortadan kaybolduğunu fark etmemiştim ve Yoongi denilen çocuk şirketten çıkmıştı. Daha fazla oyalanmamam gerektiğini hatırlayıp odama doğru çıkacaktım ki Bay Park gülümseyerek adımlarını bana doğru yönlendirmişti.
Olduğum yerde kalıp bende gülümsemeye başladım.
"Günaydın Jackson."
"Günaydın Bay P- pardon Jinyoung."
Gülümsedi, çok fazla gülümsüyordu ve bu bulaşıcıydı. Bende gülümsedim.
"Bugün işe gelmek zorunda değildin, iyi hissetmiyorsan gidip dinlen lütfen."dediğinde ne diyeceğimi bilememiştim. İyiliği karşılığında ezilip büzülürken iyi hissettiğimi söyleyip teşekkürlerimi sundum ve işlerime başlamak üzere kendimi odaya attım.
Beklediğim kadar soğuk olmaması beni sevdirse de akşama kadar çalışacağım için elektrikli ısıtıcıyı açıp kendimi makaleler ve dosyalara boğdum.
**
Yorgun ve aç bedenim bitkin düşmüştü, tek düşünebildiğim güzel bir yemek yemekti ve hemen ardından yatağıma kavuşup iki gün boyunca aralıksız uyumaktı. Makaleler o kadar fazlaydı ki, öğle yemeğini kaçırmıştım ve tekrar istetmeyi erteleyip durmuştum. Sonuç olarak bana kalan yorgun bir beden ve guruldayan bir mide olmuştu. Ceketimi akıl çıkmaya hazırladığım sırada telefonum çalmıştı. Arayan Yugyeom idi. Cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüğümde Kunpimook'un sesini duydum.
"Jackson, şirkette misin?"
"Uhm,evet. Kunpimook sensin değil mi?" emindim fakat amacım neden Yugyeom'un telefonundan aradığını öğrenmekti.
"Evet benim hyung, Bappie'yi beslemek için sana gittiğimde telefonumu su kabına fırlattı. Bana bir telefon borçlusun." dediğinde kahkaha atmıştım çünkü bu gerçekten komikti.
Kahkahalarım arasında konuşurken "Tamam alırım, bunu söylemek için mi aradın sen?"
"Hayır, biz düşündük ki, belki hep birlikte bir yere gider ve yemek yeriz. Şu aralar çok sık görüşemiyoruz ve gerçekten seni özledik."sona doğru aegyo yapmaya başladığında susturdum.
"Ah, tamam, tamam. İstediğin yere gideriz fakat önce eve gidip duş almama izin ver."dediğimde karşıdan sevinçle sesi duyuldu.
"Tamam hyung, sana yeri mesaj atacağım. Bizi çok bekletme, Bappie'yi sev, hâlâ köpekciğini çok seviyorum." tamam deyip gülümsedim ve telefonu kapattım.Şirketten çıkıp eve giderken yolda markete uğrayıp Bappie'ye mama aldıktan sonra eve geçtim. Bappie ile şu aralar pek ilgilenmediğim için huysuzluk yaptığını biliyordum ve kendimi suçlu hissetmiştim. Eve girer girmez güzelce en sevdiği mama ile besleyip sevdikten sonra hızlı bir duş aldım. Onunla daha fazla ilgilenmek isterdim fakat şuan ilgilenmem başka bir Bappiecikler vardı..😂
**
Kunpimook'un mesaj attığı yere geldiğimde kafamı kaldırıp onları aramaya başladım fakat yine erken gelen ben olmuştum. Çabuk gelmelerine dair bir mesaj gönderdikten sonra cam kenarından bir masaya geçip onları beklemeye başladım. Onları beklerken etrafa göz gezdirdiğimde gerçekten güzel bir yer olduğunu fark etmiştim. Nehir kenarına yakındı, içerisi renkli ahşaplarla döşenmişti ve bu insanın içini ısıtıyordu. Bir şeyler sipariş almak için garson yanıma geldiğinde arkadaşlarımı beklediğimi söylemiştim. Saate baktığımda sekizi geçtiğini görmüştüm, geç gelen ben olmam gerekmiyor muydu?! Keşke Bappie ile daha fazla ilgilenebilseydim diye içimden geçirirken Yugyeom ve Kunpimook kapıdan gördündü. Son derece eğleniyor gibi görünüyorlardı, kahkahalar eşliğinde yanıma gelip oturduklarında mızmızlandım. Bırakında buna hakkım olsun.
"Nerede kaldınız? Siz çağırıyorsunuz ve yine geç gelen siz oluyorsunuz.!"
"Hyung, yüzünü asma lütfen, telefoncuya uğramıştık. O yüzden geç kaldık, üzgünüz.." Yugyeom konuştuğunda anlayışla karşılamam gerektiğini fark ettim ve somurtmayı kestim.
"Sen bir şey sipariş etmedin mi?"
"Hayır, sizi bekledim" diye cevaplarken garson tekrar yanımızda belirdi.
Herkes bir şeyler sipariş ettiğinde ortamın dahada güzel olduğunu hissedebiliyordum. Sahi, en son ne zaman kendime vakit ayırmıştım?Yemeklerimizi bir güzel yedikten sonra sohbete dalmıştık. Herkes bir şeyler anlatıyor ve sonunda hep kahkahalara boğuluyorduk. Beni bu sohbetten sıyıran çalan telefonum olmuştu. Arayana baktığımda Bay Park olduğunu görmüştüm.
"Bay Park arıyor, iş için olabilir. Siz devam edin, bakıp hemen geliyorum"dedikten sonra kapının önüne çıkıp telefonu açtım.
Önce hiç ses gelmemişti, daha sonra hıçkırık olduğunu tahmin ettiğim bir ses koptu ve ardından ağlayış sesleri.
Endişe ile sordum" Bay Park, siz iyi misiniz?" yine cevap vermedi. Ağlayışı o kadar şiddetliydi ki konuşacak durumda olmadığını fark etmiştim. Biraz sakinleşmesini bekledim, ardından tahmin ettiğim gibi konuştu.
"Jackson, sen misin?" arayanın o olması ve bana kim olduğumu sorması garipti.
"Evet Bay Park, benim. Siz aradınız beni."
diye yanıtladım.
"Üzgünüm, ben kaydetmek için denemiştim." dediğinde inanmamı beklemiyordu umarım.
"Sorun değil, siz neden ağlıyordunuz? İyi misin? Yanınıza gelmemi ister misiz?" bunu sormak zorundaydım çünkü ağlayan insanlara karşı zaafım vardı, onlar tek kalmamalıydılar.
"Hayır, ağlamıyorum" derken bile ağlıyordu.
"Bay Park, lütfen bana nerede olduğunuzu söyler misiniz? Size yardım edebilirim.
"Jackson, inan bana bende nerede olduğumu bilmiyorum. En son şirkete geçecektim. Burası kötü kokuyor ve etrafta köpekler var." Bu cümlesi ile sarhoş olduğundan emin olmuştum.
"Etrafınıza biraz daha bakının, etrafınızda büyük bir şey yok mu?"
Kısa bir sessizlik ardından konuştu.
"Evet var, sanırım şirketin arka tarafındayım." derin bir nefes alıp cevapladım.
"Tamam, siz oradan ayrılmayın. Bir saate kadar yanınızdayım ve lütfen daha fazla ağlamayın"dedikten sonra telefonu kapattım. İçeriye geçip çocuklara durumu açıkladıktan sonra şirkete gitmek üzere bir otobüse bindim. Şuan yürüyerek gitmek için iyi bir zamanlama değildi.Herkes gay, çünkü ben öyle istiyorum..
Bu arada geçiş bölüm gibi bir şey oldu,fakat bu konuyu atlayamazdım ve olayların yavaş ilerlemesi taraftarındayım, umarım sıkılarak okumamışsınızdır, ilysm 😻
Ps/ her zaman söylediğim gibi yazım yanlışım varsa affola.. Markson gibi güzel bir geçirmeniz dileğiyle. All the love x
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss the rain |Markson|
Fanfiction''Söylemeyi unutmuşum, en parlak yıldızların hikayesinden bahsetmek istiyorum sana.. Her parlak yıldızın bir sebebi varmış, her kim kendi seçtiği yıldıza önem verirse, severse ve hiç bırakmazsa yıldız bundan güç alır ve günden güne daha da ışıldarmı...