Gänseblümchen

66 9 3
                                    

Gänseblümchen [almanca];

papatya.

Okul duvarlarının arkasında nefes nefese saklanacağımız, saklambaç oynayıp sobelemek için kaçıştıracağımız, ödevlerimizi bazen birlikte yapacağımız bazen de yapmayı tembellik edip yapmayacağımız ve bunu sorun etmeyerek oyun oynamaya devam edeceğimiz, birinin başına bir şey geldiğinde diğer ikisinin ona yardım edeceği bir kardeşlik ilişkim olmasını isterdim hep.

Sorunlar ile başa çıkamadığım zaman bir ağabeyinin veya bir ablanın olması fikri her zaman için güzel gelirdi. Benimde aynı şekilde yardım edeceğim ve koruyacağım bir kardeşim olsun isterdim ve karşıma Kunpimook çıkmıştı. Onunla küçük yaşta tanıştığım için ağabeylik edemesem bile kardeşim gibiydi, hatta gibiden biraz daha ileri seviyedeydi. Çoğu zaman birbirimizi korur, ihtiyacımız olduğunda anında belirir ve destek olurduk ama yine de bir yerlerde her şeyi ona yüklemekten çekinir ve bazı şeyleri içimde tutardım. Benden küçük olması ve ona yük gibi geleceğimden endişelenir ve söylemezdim. Mark olayını da saklamıştım ama bunun nedeni çok daha farklı idi.

İçimde tuttuğum ve güneşte bekleyen balon gibi gittikçe büyüyen ve boğazımda yumru şeklinde duran konuyu sonunda birinle paylaşabilmiş idim. O kadar rahatlamıştım ki yine sanki balon gibi içime helyum gazı dolmuş şekilde hafiflemiştim ve uçuyordum.

Jinyoung, önce neden daha önce anlatmadığımı sorsa da sonrasında bir şey dememişti. Üstü kapalı olarak birine aşık olduğumu, bana yalan söylediğini ve konuşmadığımızı anlattığımda önce uzun uzun tavsiyeler vermiş daha sonra onunla paylaştığım için teşekkür etmişti. Bu hareketi içimdeki sevgiyi kat kat arttırmış ve mutlu etmişti.

Bu sayede eski sıkıcı ruh halimden biraz sıyrılır gibi olup daha çok görüşür olmuştuk Jinyoung ile. İlk defa birini ağabeyim gibi hissetmiş, koruma altında olma hissini tatmıştım. Mutluluğum gün aşırı sürünce Kunpimook'ta bunu fark etmiş ve benimle birlikte onun da morali düzelmişti.

**

Bu seferki kabir ziyaretimize farklı olarak Yugyeom ve Kunpimook da katılmak istemişti, bunun için mutluluk duymuştum. Eskiden her zaman annemi ziyarete birlikte giderdik, uzun zaman olduğundan dolayı bunu tekrar istemesi nedensizce mutlu hissettirmişti.

Kahvaltıya bana geleceklerinden dolayı hızlı hızlı masayı hazırlıyor, her şeyin güzel olması için uğraşıyordum. Eksiksizce düzdükten sonra koşar adımlarla kendimi sıcak suyun altına attım ve hızlı bir duş aldım. Bappie'nin ayağıma dolanıp düşmeme sebep olmasını saymazsam hızlıca takım elbisemi giyinmiştim ve tam zamanında çalan kapı ziline karşılık olarak uçarak kapıyı açmıştım. Karşımda gülümseyerek duran arkadaşlarıma karşılık olarak nefesimi düzene soktuktan sonra bende gülümsedim ve içeri davet etmiştim.

Kahvaltıyı görünce hepsi heyecanla birlikte tatmaya başlamışlar ve bana bunlar için kaçta uyandığımı sormuşlardı. İçimdeki rahatsızlık dürtüsüyle hiç uyuyamadığımı söylemeyip zaten uykumun olmadığını dolaylı yoldan erkenden hazırladığımı söylemiştim. Uyuyamamamın sebebi hatta belki de bu kadar şey hazırlayıp oyalanmamın sebebide bugün onu da görecek olmamdı. Bunu her ne kadar aklıma getirmemeye çalışsam da mümkün değildi. Daha bir iki ay önce sarılabildiğim, kollarımdan ayırmadığım insanın mezarını ziyarete gidecek olmam gerçekten kolay değildi.

Yemek yemediğimi söylene Kunpimook'a canımın istemediğini söyleyip son anda aklıma gelen Bap'a yemeğini vermem ardından evden çıktık ve o'na doğru yola koyulduk.

**

Kendimi mantığım bir labirentin başına ve sonuna konulmuş ve birbirimizi bulmamızı istenmiş gibi hissediyordum, ne kadar dolansamda ulaşamıyordum. Labirentler duygularım oluyor ve buna sürekli engel oluyorlardı.

Yanımda arkadaşlarım vardı, neden ağladığımı sorsalar nasıl cevaplayacağımı bile bilmiyordum fakat engel de olamıyordum. Donmak üzere olan elimle sıcak göz yaşlarımı sildim ve daha fazla dayanamayarak uzaklaştım. Onun orada olduğunu bilmek, normalde istediğim zaman dokunabileceğim insanın toprağına dokunmak yakıyordu.

Hava çok soğuktu fakat sıcaktı, derime nüfus eden soğuk havayı kabul etmekte direniyor, içimdeki ateşi hiç bir şey söndüremiyordu. Tırnaklarımı batırarak kanayan elimi izlediğim sırada omzuma konan el ile irkilmiştim.

''Daha iyi misin?'' üzgün yüz ifadesiyle bana bakan Kunpimook'u görünce iyi olduğumu düşünmesini umarak başımı salladım.

''Seni daha önce böyle görmemiştim, lütfen bir daha bu kadar ağlama.''dediğinde onu üzdüğüm için kendimden nefret etmiştim. Bende ona doğru dönüp omuz başlarını sıkarak iyi olacağımı söylediğimde zorda olsa gülümseme denece bir yüz ifadesi takınmıştı. Arkadan gelen Jinyoung ve Yugyeom'u görünce onlara dönmüştük, Jinyoung'ın da benden bir farkı yoktu. Arabaya doğru ilerlerken durumu fark etmiş olacak ki Yugyeom ortamı yumuşatmak adına pastaneye gitme teklifinde bulunmuştu. Herkes kabul etmişti ve bende onaylamıştım, Jinyoung'u şu an anlayan bendim ve yanında olmalıydım.

**

Gittikçe soğuyan hava yüzünden hızlıca sıcak içecek içip dağılmıştık, Jinyoung'u evine bıraktıktan sonra eve gitmek istememiştim. İçimdeki şeyler bedenime fazla gelip patlayacak hissi verdiği için dört duvar arasında kalmak berbat bir fikir olarak gelmişti ve kendimi soğuk denizin dalgalarının içimdeki fırtınaları yansıtırcasına kıyısına vuran sahil kenarında bulmuştum.

Sessizce durup soğuk havayı içime çektim ve izledim. Deniz kıyıya çarptıkça içimde bir şeylerin hafiflediğini hissediyordum fakat bu bile içimdekileri söndürmeye, hafifletmeye yetmiyordu.

Boş bakışlarım ardında çok şeyi barındırıyordu, olanlar tekrar aklıma geldikçe nasıl hala nefes alabildiğimi düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum, gerçi ruhumun nefes alamadığını biliyordum. O yokken her şey berbattı fakat bu berbatlığı vücudum kaldırabiliyordu, sonra karşıma o çıkmıştı, omzumdaki yükleri hafifletmiş daha önce hiç yaşamadığım duyguları tattırmıştı, her zaman benimle olacağı konusunda söz vermiş ve güven vermişti. Ama şu an yoktu, eskisinden daha beter hale gelmiştim, özlem duygusu kalbime sarmaşık gibi dolanmış ne yapacağımı bilmiyordum.

Yürümeye başladım, ayaklarımın beni nereye götürdüğünü biliyordum fakat beynimi bu seferlik işe katmayarak içimden geleni yapmak istedim, kalbimden yana davranacaktım.

Yarım saat yürümenin ardından ulaşmıştım, etraf kararmaya yüz tutmuştu ama bu beni bazı insanların aksine ürkütmemişti, tam tersine ne zaman buraya gelsem içimi farklı bir huzur duygusu kaplardı. Sebebi bir iken ikiye katlanmıştı.

Ayaklarıma yürümeye devam etmesini emredip ona doğru ilerlemiş idim, az önce çocuklar olduğu için ne bir şey diyebilmiştim ne de doyasıya hasret giderebilmiş idim.

Mezarına gelir gelmez dik durmayı reddeden dizlerim olduğu yerde bükülmüş, bedenimi taşıyamamıştı. Buraya gelmeden önce konuşmayı düşünürken şu an ağzımı açamaz olmuştum, tek yapabildiğim ağlamak ve ağlamaktı. Kurumuş kan ile renklenen ellerimi toprağının üzerinde gezdirdiğimde hıçkırıklarım ikiye katlanmış, ağlamam şiddetlenmişti. Ne kadar süre olduğunu bilmeden sadece öyle durup ağlamama devam etmiştim, bu durum gerçekten fazla acı vericiydi. Daha sonra kendimi yanında kıvrılıp uzanırken, ona sarılırken bulmuştum. Ağlamaktan kurumuş olan ağzımı zorla aralayıp gök yüzünü işaret ettim.

''Yıldızları görebiliyor musun?''

Cevap gelmeyeceğini bile bile duraksamıştım, ağlamamı engellemeye çalışırken boğuk sesim ile devam ettim.

''Sorun değil, göremesen bile ben görüyorum.'' Parmaklarımı toprağına geçirerek kavradım ve iyice sarıldım.

''Göremesen bile ben buradayım Mark, söz verdiğim gibi, yanındayım.''

Göz yaşlarım göz kenarlarımdan akarak toprağı ıslatıyordu.

''Eğer şu an ağlıyorsan lütfen ağlama, buna dayanamam.''dedikten sonra elimdeki toprakları bir çırpıda sirkeledim ve göz yaşlarımı sildim.

''Tamam bak, sustum işte. Bu gece ağlamak yok, sadece sen, ben ve yıldızlarımız var.''deyip yönümü tamamen ona dönüp yeniden sarıldım. Gözlerimi kapamadan önce fısıldamıştım.

''İyi geceler papatya kokulum.''

kiss the rain |Markson|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin