Umarım bölümlerde yine karışıklık olmamıştır, iyi okumalar..
kalopsia [isveçce];
herhangi bir şeyin olduğundan daha güzel gözüktüğü hayal, rüya
Göz kapaklarıma baskı yapan karanlık, ton ton açılırken ruhumun nefes aldığını hissetmiştim. Az önce sıyrıldığım berbat durumdan dolayı nefessiz kalmıştım ve şimdi aldığım art arda nefes, göğüs kafesimin acımasına neden oluyordu.
Nerede olduğumu, ne zamanda olduğumu bilmiyordum, en son sıcak yatağımda uzandığımı hatırlıyordum. evet, zihnimde son anımsadığım şey bundan ibaretti.
Nefesimi düzene soktuğumda gözümü kapatıp tekrar açmıştım fakat bir şey değişmemişti. Vücudumdaki nedenini bilmediğim farklı hissettiren ağrıyı umursamayıp nerede olduğumu idrak etmeye çalışıyordum. Büyük ihtimalle kendi zihnimin labirentlerinde rüya denen şeyin yardımı ile dolanıyordum.
Karanlık yüzünden etrafımı göremediğim için elimi etrafta gezdirip nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Soğuk bir cisim vücuduma değdiğinde titremiştim. Üstümde tahmin ettiğim gibi pek bir şey yoktu, bu durumda üşümem gayet normaldi. Oturduğum yerden zorda olsa kalkmayı başardığımda lamba anahtarını aramaya başlamıştım. Beş dakika süren çabalarım karşılığında amacıma ulaşmıştım fakat görmeyi beklediğim bir görüntüyle karşılaşmamıştım. Pekala, zaten bir beklentim yoktu fakat bu görüntü beni ve bedenimi şoka uğramıştı. Karşımda duran aynadan gözlerime yansıyan beden zayıftı. Kızarmış gözleri, bedenini kaplayan morluklar, iki beden büyük gelen yırtık bir atlet ve şortu taşıyan küçük bir çocuktu. Gözlerimi onunla buluşturduğumda hatırlamıştım, o günü hatırlamıştım. Hissettiğim duygulara karşı ayakta duramayan bedenim dizleri önünde çökmüş, sessizce ağlamaya başlamıştı. Hıçkırıklarımı içinde tutmaya çalışıp korkuyla başımı ellerimin arasında sıkıştırmıştım. Bu korku hissi tanıdıktı, kalbim acıyordu, canım acıyordu, göğüs kafesim daralıyordu. Bu his ölüm gibiydi, ölümden beterdi.
Duyduğum ayak sesleri ile korkuyla kendimi kapının arkasına saklayıp nefes dahi almamıştım. O gelmişti ve yıllar önceki gibi yine hiç acımadan vuracaktı bana. Gelenin kim olduğuna bakamayacak kadar zavallıydı bu beden. Güçlü değildi, korkaktı ve en önemlisi küçüktü. Çok küçük. Sahi o zamanlar en fazla kaç yaşındaydı? Yedi mi? Yoksa altı mı? Yoksa daha da mı küçüktü?
Bunun yediği dayakları etkilemediğinden dolayı önemli değildi. En önemlisi çocuktu ve kesinlikle bu dayağı hak edecek hiçbir şey yapmamıştı.Ayak sesleri odada dolanmaya başladığında ağzımdan bir hıçkırık kopmuştu. Korkuyla kendimi susturmaya çalıştığımda ağlamam daha da şiddetleniyordu.
"Hey, sen kimsin?" cevap verememiştim, bu sesin sahibi babam değildi. Bu, dayak yemekten kurtulduğum anlamına mı geliyordu?Kafamı ancak kaldırıp gelenin kim olduğunu anlamak için baktığımda tanıdık gelen yüz içimi rahatlatmıştı.
"Beni tek bırakmadın?" ona teşekkür etmeliydim, en kötü anım onun sayesinde kötü sonuçlanmamıştı.Küçük kollarımla bacağına sarıldığımda güldüğünü duymuştum.
"Hey, hey sakin ol ufaklık. Sende kimsin bakalım?" boyunu boyuma indirdirdiğinde kızmıştım. Beni tanımamıştı, tamam kabul ediyorum bu gayet normaldi ama tanımasını isterdim.
"Jackson, evet benim. Sanırım çok sıcak suda duş almışım. Biraz çekmiş olmalıyım." kendimin bile gülemediği espriye onun gülmesini bekleyemezdim.Ciddi durduğumuz fark ettiğinde konuştu.
"Sen ciddi misin? Jackson, gerçekten sen misin?"
Başımı sallayarak onaylamıştım. Bakışlarını üzerimde gezdirdiğinde utanarak başımı eğmiştim.
"Ne oldu sana? Neden bu haldesin?" ses tonundan endişelendiğini anlamıştım.
"Benim çocukluk dünyama hoş geldin Mark.. " diyebileceğim sadece buydu, başka bir açıklaması olamazdı.
Birkaç dakika dolu gözlerle bana baktıktan sonra yavaşça kollarını bedenime sardı. Hissettiğim şey, evet hissettiğim şey çok farklıydı. Güzeldi, bu anneme sarıldığımdaki hissettiğim şeye benziyordu. Ya da onu ziyarete gittiğimde. Belki de şuan ihtiyacım olan bir kucaklaşmaydı, sadece bundan ibaret.
Geri çekildiğinde üzülmüştüm fakat bir şey diyememiştim.
"Bana neler olduğunu anlatabilirsin? Ya da neden burada olduğumuzu? Sana yardım etmek istiyorum."dediklerinde samimi olduğunu anlayabiliyordum fakat kimse bu durumda bana yardım edemezdi. Annem bile yardım edememişti. Bu yüzden bu soruyu es geçerek konuştum.
"Neden burada olduğumuz hakkında bir fikrim yok. Çok sıkıcı bir oyun arkadaşıyım, üzüngüm."
"Ne? Hayır, lütfen üzgün olma. Sadece merak ettim, uhm. Bir şekilde senin zihnindeyiz ve tam bu anda beni burada istedin. Yanılıyor muyum?" tedirgin olarak sorduğu soruya ne diyeceğimi bilememiştim. Haklı olabilir miydi? Onu buraya ben mi getirmiştim? Evet, rüya benim zihnimdeydi ama kimsenin bu halimi görmesini isteyeceğimi sanmıyordum.
"Bilmiyorum yani sanmıyorum." dürüstçe cevapladığım soru karşısında afallamıştı ama yinede konuştu.
"Ben öyle olduğunu düşünüyorum, şuan seni böyle görmemden utanıyorsan gerek yok. Hem bence gayet şirinsin."dediği şey karşısında gülümsemeden edememiştim.
İkimizde duvara yaslanıp oturduğumuzda sessizliği bozan o olmuştu.
"Jackson, bazı sorunlar anlatılmaz. Kimseye söylenmez, hatta en yakın arkadaşına bile. Ama tanımadığın insanlarla dertleşmek her zaman iyi gelebilir. Yani, yanılıyor muyum?"cevaplamama fırsat vermeden devam etmişti.
"Sen beni tanımıyorsun ve beni istemezsen bir daha rüyanda görmezsin. Bunu yapabilirsin, neden şuan ne hissettiklerini anlatıp kendini rahatlatmaktan çekiniyorsun. Hem istersen bunu oyun şeklinde yapabiliriz. Kuralları bozmamış oluruz?"
Sorduğu soru mantıklı gelmişti fakat burada nasıl oyun oynayacaktık ki?
Düşüncelerimi anlamış gibi cebinden bir kaç tane şeker çıkardı. Gözlerimi ayırdığımda gülerek "Şuan rüyadayız, bence bir kaç şeker dilemenin lafını etmezsin." şaşırarak ve gülerek karşılık verdiğimde cevapladım.
"Pekala, başlasın şu oyun."Jackson, bebeğim ya 👶
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss the rain |Markson|
Fanfiction''Söylemeyi unutmuşum, en parlak yıldızların hikayesinden bahsetmek istiyorum sana.. Her parlak yıldızın bir sebebi varmış, her kim kendi seçtiği yıldıza önem verirse, severse ve hiç bırakmazsa yıldız bundan güç alır ve günden güne daha da ışıldarmı...