hiraeth [galce];
asla dönemeyeceğin bir yere duyulan özlem, belki de hiç var olmamış bir yer; geçmişinden kalma yerlere dönme isteği.
Küçükken Kunpimook ile Bayan Cho-Hee'ye berbat şakalar yapardık ve bundan oldukça keyif alırdık. O ise bizim tam tersimize sinirli bakışlarını üzerimize yollar, ödümüzü kopartırdı. Fakat ne olursa olsun bundan vazgeçmezdik.
Tam şuan Yugyeom ve Kunpimook bana Bayan Cho-Hee gibi kızgın bakışlarını üzerimde gezdiriyorlardı. Tanrı aşkına, bundan ne kadar korktuğumu bilmiyor muydu? Tamam, o da Bayan Cho-Hee gibi kendince haklı olabilirdi fakat bu sefer yanlış bir şey yapmamıştım, yani en azından öyle düşünüyordum.
Mezarlıktan beni alıp eve götürdüklerinde bir şey demeden sıcak bir duş almam gerektiğini söylemişlerdi, dediklerini yapıp üstümü giyinip mutfağa gittiğimde, hala sinirli olduklarını görmüştüm ve tam o an deve kuşu olmayı dilemiştim. En azından kafamı bir yerlere sokup daha fazla şu yüz ifadelerini görmek zorunda kalmazdım.
''Kalın giyinmeni söylemiştim, bir kere olsun kendine dikkat et''deyip söylenirken üstündeki ceketi çıkarıp omuzlarımı bıraktığımda kendimi azar işiten çocuk gibi hissetmiştim. Zaten hep böyle olurdu, yaş olarak Kunpimook'tan büyük olsam bile her zaman daha olgun davrandığı gün gibi ortadaydı.
''Hala kızgın mısınız?''sesim istediğimden daha kısık çıkmıştı.
''Kızgın mı? Tamam belki biraz kızgın olabiliriz ama daha çok üzgünüz. Neden bizi beklemedin? Birlikte gideceğimizi düşünüyorduk. Tek gidince ne olduğunu biliyoruz.''deyip eliyle beni gösterdiğinde bende kendime bakmıştım. O kadarda kötü görünmüyordum aslında, hala kırmızı olduğunu düşündüğüm burnum ve gözlerim, banyoda taramaya üşendiğimden dolayı dağınık mı olan saçlarım ve çökmüş olan bedenim dışında iyi görünüyordum. Pekala, haklıydı. Şuan berbat durumdaydım. Kafamı kaldırıp konuştum. ''Üzgünüm, tamamen aklımdan çıkmış, sizi beklemeliydim.''dediğimde kollarını bedenimle buluşturduğunda ne zaman dolduğunu bilmediğim gözlerimin boşalması şaşırtmıştı. Bir süre sarılı şekilde kaldıktan sonra Yugyeom'da yanımıza gelmişti.
''Daha fazla ağlama Jackson, gerçekten senin için çok üzüldük, sende çok üzüldün. Bu kadar yeterli.''deyip o da kollarını bedenimle buluşturduğunda sevgi yumağına dönüşmüştük.
Haklıydı, ben çok üzülmüştüm, bu normaldi ama her seferinde onları da üzüyordum. Buna hakkım yoktu, tüm bedenimi pişmanlık kaplarken göz yaşlarımı silmeye çalıştığımda uzaklaşmışlardı.
''Evet, işte böyle. Daha fazla ağlamak yasak sana, gülümse lütfen. Annen bunu isterdi, üzgün olmanı değil.''dediklerinde haklıydı. Yugyeom hep az konuşurdu ama konuşuncada mantıklı şeyler söyleyip kendime gelmemi sağlardı.
**
Mutfaktaki masaya bir şeyler yemek için oturduğumuzda canımın hiçbir şey istemediğini fark etmiştim fakat şuan bir şey yemezsem Bayan Cho-Hee ruhlu arkadaşlarımın belireceğini bildiğimden zorda olsa ağzıma bir şeyler götürüp geveleme başlamıştım. Her yuttuğum lokmada biraz daha midemin bulandığını hissediyordum, en sonunda kendimi banyoda hepsini çıkarırken bulmuştum. Ayağa kalkacak halim kalmamıştı, üşütmüş olmalıydım. İşte bu kadar kırılgandım, en ufak soğuklukta, en ufak sorunda böyle olurdu işte. Bu yanımdan gerçek anlamda nefret ediyordum. Kalkmama yardımcı olan Yugyeom yatağıma kadar bana eşlik etmiş, uzandığımda ise üzerimi örtmüştü. Böyle arkadaşlara sahip olduğum için sürekli şükrederdim fakat şuan buna bile dermanım kalmamıştı.
Yatakta uzanıp öylece dururken Kunpimook ile Yugyeom sık sık gelip beni kontrol ediyor, nasıl olduğumu soruyorlardı. Doktora gitmeyi veya doktor çağırmayı önerselerde kabul etmemiş, uzanıp dinlenirsem geçeceğini söylemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss the rain |Markson|
Fiksi Penggemar''Söylemeyi unutmuşum, en parlak yıldızların hikayesinden bahsetmek istiyorum sana.. Her parlak yıldızın bir sebebi varmış, her kim kendi seçtiği yıldıza önem verirse, severse ve hiç bırakmazsa yıldız bundan güç alır ve günden güne daha da ışıldarmı...