Mudita[Sanskritçe];
Başkasının sevinciyle mutlu olmak.
Uyumayı başaramıyordum. Göz kapaklarımın arasında uykumu kaçıran biri vardı, ona çıkmasını söylemek istiyordum fakat boğazıma yine takılan biri vardı. Pes edip elime telefonu aldığımda saatin henüz çok geç olmadığını görünce dışarıya çıkma isteği ile doldum. Kunpimook ve Yugyeom sabaha kadar ertesi güne kadar hazır olması gereken düğün pastasını hazırlamak için pastahanede kalacaklardı. Şu an için yanlarına gitmem en iyi çözümdü, hem onlara yardım ederdim hemde kafamı dağıtacak bir şey bulmuş olurdum. Aksi takdirde birazdan beynimi kemirmeye başlayacaktım.
Soğuk havayı göz önünde bulundurarak giyinip üzerime montu aldıktan sonra telefonumu da alıp dışarı çıkmıştım, fakat hava beklediğimden daha soğuktu. Montumun yakalarını kaldırıp kulağımın donmasını biraz olsun engellemeye çalışarak yerdeki taşları ayağımla itekleye itekleye yürüyordum.
Konuşmamız ardından iki gün geçmişti fakat Mark hala bir şey dememiş idi, pekala kabul ediyorum. Böylesine bir konu için iki gün azdı fakat ben sabredemiyor idim. Zaten uzun süre ayrı kaldığımız için özlem duygum içimde git gide büyüyor, patlayacak hissi veriyordu. Zaten bozuk olan uyku düzenim, iki gündür kendini aşmış sadece beş saat uyuyabilmiş idim. Bu beş saatte de yanıma gelmeyince hâlâ düşündüğünü anlamış idim.
Bu olanların yanında ikimizin de suçsuz olduğunu biliyordum aslında fakat onu dinlememem şu anlık beni suçlu yaptığı için ne derse kabul etmek zorundaydım ama o gün birbirimizi sevdiğimizi söylediğimde buna karşı çıkmamış, olumsuz bir şey dememiş idi. Bu hâlâ beni seviyor olduğunu gösterdiği için içime su serpilse de bende ondan vazgeçerken onu sevdiğimi unutmamalı idim. Aynı şeylerin tekrar gerçekleşmemesi için dua etmekten başka çarem yoktu.
Soğuk havaya inat hareket eden kaslarım sayesinde on beş dakika ardından pastahaneye varmış idim, yolda arayıp haber verdiğim için geleceğimi biliyorlardı. Bu yüzden rahat davranarak kasanın oradan önlüğü alıp üzerime geçirmemin ardından kendimi mutfağa atmıştım.
Son derece yorgun ve uykulu görünen Kunpimook'u ve Yuygeom'u görünce daha önce gelip yardım etmediğim için kendime kızmıştım. Onlara çok yorgun göründüklerini, ne yapılması gerekiyorsa bana anlatmalarını ve hemen ardından bir güzel dinlenmeleri gerektiğini söylediğimde itiraz etseler de içeriye postalamayı başarmış idim. Pastanın zaten pek çok bir şeyi kalmamıştı, sadece süslemeleri ve kenarlarına yapılması gereken pasta kreması ve şekilleri kalmıştı. Bir çırpıda hazırladığım kremasını sürerken içimden gelen bir şarkıyı mırıldanmaya başlamıştım.
**
Yaklaşık iki saat sonra pastanın tüm işleri hallolmuş, düğüne uygun süslemiştim. Önlüğümü çıkarıp içeri geçtiğimde minik koltuğa sığmaya çalışarak uyuklayan Kunpimook ve Yugyeom'u görünce bu tatlı hallerine gülümsemeden edememiştim. İçeriden aldığım örtüyü üstlerine örterken uyanmalarına sebep olmuştum, bir işi de düzgün yapsam şaşardım zaten.
Gözlerini aralayarak uyanıp ayılmaya çalışmalarının ardından pastayı sorduklarında istedikleri gibi hazırlayıp bitirdiğimi söylediğimde gerçekten mutlu olmuşlardı, neyse en azından mutlu edebilmiş idim.
Üzerimize aldığımız örtüler ile bahçeye çıkıp masalardan birine oturduğumuzda titrememize engel olamıyorduk fakat yine de bu zamanların temiz havası bir daha ele geçmezdi. Soğukluğu ile yakan hava bile aklıma Mark'ı getirirken ne zaman bu kadar aşık olduğumu sorguluyordum kendi kendime.
Elindeki kahveden aldığı bir yudumun ardından sordu Kunpimook.
''Nasıl hissediyorsun? Toparlanma dönemin geri sarmıyor değil mi Jackson?''diye sorduğunda fark etmemiş olduğunu dilediğim durumun en yakın arkadaşımın gözünden kaçmayacağını bilmeliydim.
''Oh, hayır ben iyiyim. Sadece uyku tutmuyor, yorgun görünüyorsam sebebi bu.''deyip sırıttığımda inanmadığını biliyordum fakat yalnız değilken böyle konuları açmama özelliğini biliyor ve bayılıyordum.
Biraz sohbetin ardından ısınmak adına mutfaktan almaya gittiğim sıcak çikolatanın ardından bahçeye çıktığımda Yugyeom ve Kunpimook'un kendi aralarında fısıldamaları ve hareketlenmeleri dikkatimi çekmiş idi.
''Siz ikiniz orada ne yapıyorsunuz?''diye sorduğumda endişeyle konuşmalarına ara verip aynı anda 'hiçbir şey' dediklerinde bir şeylerin olduğuna emin olmuştum.
Kenardaki sandalyeyi yanlarına koyarak oturdum ve tekrar sordum.
''Emin misiniz?''
Yugyeom evet anlamında başını sallasa da Kunpimook tam tersini söylüyordu. Farklı cevaplar verdiklerinde güldüğüm zaman Kunpimook konuştu.
''Jackson, sana söylemememiz gereken çok önemli bir şey var.''dediğinde meraklanıp devam etmesini söyledim.
Yugyeom'un gözlerinin içine bakıp gülümsedikten sonra elleri birleşmişti ve bana doğru bakıyorlardı. Yüzüğü ancak fark edebilmiştim. Şaşkınlık ve sevinç ile birlikte ne anlama geldiğini sorduğumda kendi aralarında yüzük taktıklarını, evlenmek istediklerini söylediklerinde mutluluğum ikiye katlanmıştı.
Önce bir güzel tebrik edip, bunu kutlamamız gerektiğini söylemiş, ardından bana neden daha önce söylemediklerini sorup bir güzel kızmıştım. Fakat aldığım cevap sinir duygusunun sıyrılıp yerini utanma duygusuna bırakmasına sebep olmuştu. Benim üzgün göründüğümü, bir de böyle bir durum için kendimi yormamam gerektiğini söylemişlerdi.
''Böyle bir şeyi nasıl düşünürsünüz? Sizin mutluluğunuz beni ne olursa olsun mutlu eder, lütfen bir daha böyle yapmayın.''dediğimde yanıma gelip sıkıca sarılmışlardı ve minik özürlerini dile getirmişlerdi.
Biraz daha sohbetin ardından evlerimize dağılmıştık, evden çıktığım zamana göre kesinlikle çok daha iyi hissediyordum.
Uyumadan hemen önce telefonumu elime alıp sabah Jinyoung'un yanına uğramak için alarm kurmuş ve ardından gözlerimi yummuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss the rain |Markson|
Fanfiction''Söylemeyi unutmuşum, en parlak yıldızların hikayesinden bahsetmek istiyorum sana.. Her parlak yıldızın bir sebebi varmış, her kim kendi seçtiği yıldıza önem verirse, severse ve hiç bırakmazsa yıldız bundan güç alır ve günden güne daha da ışıldarmı...