Konakta sofralar tıklım tıklım doldurulurken sohbetler dört duvar arasına sıkıştırılıyordu. Kimileri kendi arasında konuşurken kimileri ortaya gülünecek bir anısını anlatıyordu. Cenazeden sonra Haşim konağı ilk defa böyle bir sofraya şahitlik ediyordu ve bu herkesi mutlu ediyordu. Lerzan ağa tüm heybetiyle masanın en başında yerini alırken bir yanında Zozan annesi diğer yanında Gule annesi oturuyordu. Gule annesinin yanında Ayten kadın ve yüzüne bakmaya doyamadığı, küçük bir çocuk misali beslediği Miraç otururken Zozan kadının yanında Solîn, Solîn'in yanında Orhan oturmaktaydı. Her ne kadar Samet'inde bu aile sofrasına kalmasını istese de onun şuan Şevin'iyle görüşmek isteyeceğini bildiğinden herhangi bir şey söylememişti.
Dilzar ise... Ah, tam bir baş belasıydı! Her ne kadar Orhan'dan utandığını söyleyip aşağıya gelmemek için dirense de şimdi yan yana oturmuş koyu bir sohbete dalmıştı. Karşısında gülüp eğlenen kadın şimdi oda da utandığını söyleyen kadın mıydı? Herkes gülüp eğlenirken onun ok gibi sivri olan bakışları kadını bulmuştu. Bu bakışın hedefi olan kadın çok geçmeden üzerindeki sivri bakışları hissedip gözlerini çevirince kaşları adeta birleştirerek çattı. Gözleriyle kapıyı işaret ederek dışarı çıkmasını söyledi. Bu işareti algılayan Dilzar hemen ayağa kalkıp Orhan'a bir şeyler mırıldandıktan sonra sessizce, kimseye belli etmeden dışarı çıktı. Lerzan'da hemen masada olan telefonunu eline alıp sandalyesini geri çekti. Onun kalkacağını anlayan annesi:
"Nereye, oğul? Daha bir şey yemedin." diye sorunca sahte bir tebessüm gösterip ayağa kalktı.
"Ben doydum, ana. Bir telefon görüşmesi yapıp döneceğim." dedi. Annesinin kafasını salladığını görünce adımlarını terasa doğru attı. Karısı biraz ileride kollarını birbirine dolayarak onu beklemekteydi. Ona doğru yürüyüp daha kadın ağzını açmasına izin vermeden kolundan tuttuğu gibi salonun ilerisinde olan misafir odasına doğru sürükledi. Kapıyı açıp önce Dilzar'ı içeri soktu hemen ardından kendisi girip kapıyı kapadı. Acıyan kolunu sıvazlamakla uğraşan kadın:
"Kolumu acıttın." diye sitem ederken adam:
"Bakıyorum Orhan'a karşı hiç bir utancın kalmamış."
"Ne demek istiyorsun?"
"Demek istediği şu, Dilzar. Ailen belki erkeklerle arkadaşlık kurmanda herhangi bir mahsur görmüyordur fakat benim ailem senin ailen gibi değil. Bir kadın bir erkekle arkadaş olmamalı. Hele ki bu kadın evliyse. Hele ki bu kadın benim kadınımsa..." Dilzar, Lerzan'ın dedikleriyle yüzünü buruşturdu. Kocası ne demek istiyordu? Bir kadın bir erkekle konuşuyorsa bunun anlamı illa kadın-erkek ilişkisi mi olacaktı? Hani, o zaman arkadaşlık nerede? Dostluk nerede? Onlarında mı cinsiyet ayrımcılığı vardı?
"Bunu nasıl dersin? O senin arkadaşın!"
"Arkadaşım! Evet, o benim arkadaşım ama o da bir erkek, Dilzar! Ben öyle düşünmesem bile inan ki evdekiler farklı düşünür. Bu konakta ki herkes ikimiz arasında ki ilişkinin farkında. Bakışlarımızdan dahi anlayabiliyorlar bunu. Biz sakladığımızı, fark ettirmediğimizi düşünüyor olsak da senin benden nefret ettiğini, benim sana..." Durdu genç adam. Bunu bir kez olsun dile dökmüş müydü? Seni seviyorum demiş miydi? İçindeki sevda ateşinin varlığını dahi başkası tarafından öğrenmiş olan karısının kulakları duymuş muydu bu iki kelimeyi onun ağzından? Peki, neden söyleyemiyordu? Ona neden deliler gibi sevildiğini söyleyemiyordu? Kokuyordu... Kelimelere dökeceği sevdasının bir kez daha yaralanmasından korkuyordu. İçinde ki neşterin daha da derinlere işlemesinden korkuyordu. Dilzar'ın sözleriyle gözleriyle onu delip geçmesinden ürkek bir ceylan misali korkuyordu. "her neyse. Sen Orhan ile daha az konuşmaya bak. Tek Orhan ile değil diğerleriyle de. Anlaşıldı mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanım Ağa (TAMAMLANDI)
RomanceBilinmez sevdanın üzerine kaç kelam yazıldığı. Bilinmez Mardin'in kaç sevda gördüğü. Bilinmez Lerzan Ağa'nın yüreğinde ki sevdanın ateşi. Bilinmez Dilzar'ın o ateşte nasıl yandığı. Peki bilinen neydi? Gelin sizde sevdaya yelken açan yüreklerin hik...