"Bana ellerini ver."

10.2K 381 23
                                    

Lerzan, yıkık bedenini daha fazla dik tutamayacağını hissederek hemen kenarında çöktüğü uçuruma döndü, yere oturdu. Ayaklarını metrelerce olan boşluğa bırakıp derin bir nefes dışarı saldı. Kulaklarında hala Dilzar'ın ağlayışlarından geriye kalan iç çekişlerin sesi uğulduyordu. 

"Bana iki seçenek sunmuştun. Hatırlıyor musun?" diye konuşan kadının sesi ile dönüp ona baktı. Hemen yanına aynı onun gibi oturup ayaklarını boşluğa sarkıtmıştı. Gözleri ağlamaktan kızarmış, yüzü nemli bir hal almıştı. Kendi sözlerini hatırladığını belli etmek için kafasını sallayınca Dilzar kafasını usulca omzunun üzerine bıraktı. Omzunun üzerinde derin bir nefes alıp serbest bırakırken verdiği nefes adamın boynunda hiç dinmeyecek bir sıcaklık yapmıştı. Ayakları altında kocaman bir boşluk, gözleri önünde ise tüm ihtişamıyla onlara cehennemden bir örtü olan Mardin duruyordu. 

"Beni sevmene izin veriyorum, ağam..." deyince Lerzan ağa yüzünü buruşturarak:

"Ölmem mi bu kadar istediğini bilmiyordum." dedi. Ölmek için genç kızdan izin almasına gerek yoktu. Şayet kendisi zaten bunu çok iyi beceriyordu. Kulağında yankılanan çocuksu kahkaha ile kafasını omuzundan çekip gözlerini gözlerine diken kadına kaşlarını çatarak baktı. Bu kadar gülecek ne vardı?

"Ölmek mi?" ve tekrar bir şen kahkaha daha "ölmene değil sevmene izin veriyorum dedim, ağam." deyince genç adam yanlış duyan kulaklarına lanet etti.  Olayın en romantik anında her şeyi berbat etmişti resmen. Yine de kulaklarına akseden kahkahayı duydukça mutlu olmadan edemiyordu. Aylardır bu kahkahayı duymak için kan ter içinde mücadele veriyordu. Demek ki kadını güldürebilmek için bir kelimeyi yanlış duyması yeterliymiş.  Mest olmuş bir şekilde kadının yüzüne odaklandı. Yüzünde beliren küçük gamzenin içine yüzlerce kez düştü. Dudakları transa girmişcesine:

"İlk defa düştüğümde canım acımadı." diye mırıldanırken kadın kahkahasını kesip anlamsızca adama baktı. 

"Ne?" Lerzan kadının sesiyle kendine gelip ne dediğini düşündü. Kendisi de ne demek istediğini anlamayınca kalın sesiyle kahkaha atmaya başladı. Kahkahalarının arasından da:

"Ben de bilmiyorum ne dediğimi." diyerek açıklama yapmaya çalışıyordu. Kadında gülüşlerine ortak olurken Mardin'e nispet yaparcasına içlerine yerleşen mutluluğun tadını çıkarıyorlardı. Beraber attıkları ilk kahkaha mıydı? Mardin'i kıskandırdıkları ilk anı mı yaşıyorlardı? Birbirlerinin kahkahasına o kadar odaklanmışlardı ki Lerzan'ın dudakları arasından aniden çıkan kelimeler deprem etkisi yaratmıştı.

"Seni seviyorum." 

Ve her şey o an durdu Dilzar için. Dünyanın dönüşü, dağın heybeti, gökyüzünün karanlığı, kalbi... Doğru bildiği ne varsa yanlışın kucağına attı kendini. Okyanusa saldığı gemileri limana ulaşıp huzura doğru koştu. Gözlerindeki kahvelik siyahlara bürünürken ölen nefretinin yasını tutar gibiydi. Bedenindeki et parçası olmasa kalbi göğsünden fırlayıp kenarında oturduğu uçurumdan kendini atacak gibiydi. Bir el usulca saçlarında gezinmeye başlayınca iliklerine kadar üşüdüğü hissetti. 

"Saçlarını seviyorum..." yüreğine depar atmaya başlayınca saçlarında gezinen el gözlerine doğru gelmiş, etrafında ardından iz bırakarak gezinmeye başlamıştı. "Gözlerini... koyu kahverengi gözlerini seviyorum." Koşmaya başlayan kalbi bir ara duraksar gibi olsa da durduğu yerden son gaz koşmaya ve onu öldürmeye devam etti.  Adamın eli ürkütmemeye çalışır gibi nazikçe dudaklarının üzerinde gezinmeye başladı. "Dudaklarını da seviyorum ama en çok..." diyerek elini kadının tam kalbinin üzerine bıraktı. "kalp yolunun sonunda ki ruhunu seviyorum..." 

Hep biri olmuştur hayatımızda, varlığıyla ömrümüzü kutsarken yokluğuyla dünya cehennemiyle bizi baş başa bırakan. Hep biri olmuştur hayatımızda, bildiğimiz doğru yanlış ne varsa yıkıp yerine kendini koyan. Nefeslerimizi seviyorumlara sığdıran... Bir seviyorum'a sığmıştı kadının kalbi. Öyle bir oturmuştu ki içine tersini söylese kendi ayaklarıyla cehenneme gidecek gibi. Eli hala göğsünün üzerinde duran adamın yüzüne götürdü elini. İlk defa tenini hissetmek, ona dair ne varsa içinde yer edinmek istiyordu. Ardında küçük bir çocuğu gizleyen mavi gözlere hüzünle baktı. Cesareti yoktu hissettiklerini söylemeye. Daha kendisi bile kendine yedirememişken onu çocuk gibi bekleyen adama nasıl söyleyebilirdi? İnanacak mıydı ki hislerine? Güvenini o kadar çok sarsmıştı ki ayakları altına dünyayı serse yine de inanmayacaktı. Adamın beklediğini biliyordu ama duymak için hazır değildi. Ne o ne de kendisi... 

Hanım Ağa (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin