"bir gün seversen..."

9.8K 364 16
                                    

Ben Mardin'in en saygın aşiretlerinden biri olan, Haşim aşiretinin sevilen ağalarından Celil ağanın yegane oğlu, Lerzan ağa... Sevdamdan biçtiğim kefene sarılı bedenimle cehennemin tam ortasındayım. Bu cehennem benim! İçinde ruhuma kadar yandığım cehennem, karım. 

Dilzar...

Ölümle yaşam arasındaki o ince noktada beni cambaz yapan tek kadın. İnce bir ipin üzerinde ölüm terleri döktüren yegane varlık ve onun tek bir kelimesiyle kaderi çizilen adam, ben. 

Lerzan ağa...

Bu uçurumda hayatı son bulan bir adamdım ben ve yine bu uçurumda hayatını kurtarmaya çalışan bir adamım sadece. Beni tanımaya bile çalışmayan bir kadın ile her gece aynı yastığa baş koymak kendimden çok sevdalı yüreğimi bezdirdi. Onun gözlerindeki nefret ile uyanmak bedenimi her seferinde bu uçurumdan atmakla eşdeğerdi. Sevmek kolaydı! Zor olan sevmeye devam etmekti. Hele ki seni sevmeyen ve belki de hiç sevmeyecek birini sevmeye devam etmekti... Yoruldum mu? Evet, yoruldum. Hem de çok... Omuzunda hüngür hüngür ağlayacağım, içimde biriktirdiğim bir yığın acıyı dökebileceğim birine ihtiyacım var. Sevdama ihtiyacım var! 

Hatalarla kurduğum bu evlilikte en az Dilzar kadar bende acı çekiyorum. Babam hep 'seni seveni sev, oğlum' derdi bana. Ben nereden bilebilirdim ki beni sevmeyen biri üzerine hayatımı kuracağımı. Siz sanıyorsunuz ki; sevdiğim kadın zaten elimde. Sevse ne olur sevmese ne olur? Olmuyor işte öyle, yiğidim! Sevdayı taşıyan yüreğimin yanında bir diğer sevdalı yürek olmadan neyleyim sevdayı?  Kim kendine bir mazoşist gibi acı çektirmek ister ki? Sizi bilmem ama en azından ben istemiyorum. 

Şu an yanımda o kadar şaşkın bir şekilde duruyorsun ki; böyle bir hareketi benden beklemediğin apaçık ortada. Oysa sen izin versen tüm Mardin'i ayakların altına sererdim. Sen izin versen sana atan şu kalbimi söküp ellerin arasına bırakırdım. Ah, bir izin versen... 

Genç kadın, yüreğine vurduğu prangaları bir bir söküp adamın usulca içeri girmesine izin verdi. İzin vermesinin nedeni üç beş fenerle süslediği bu masa değildi. İzin vermesinin nedeni ona olan bakışlarında gün geçtiği fark ettiği sevdaydı. Gözlerine değince farklı bakıyordu o mavi gözler. Ona atılan bir adım görse koşup sıkıca sarılacak gibi bekleyiş içerisindeydi. Yaralı, hüzünlü ve bir o kadarda pişman... Her sabah gördüğü bu yüzdeki pişmanlık o kadar net görünüyordu ki; bazen gidip onu affettiğini söylemek geliyordu içinden. Affetmişti... Genç adam annesinin yaralarını kendi elleriyle bir bir temizlediği o gün yaşattığı her şey için onu affetmişti. Affetmek her ne kadar canını acıtsa da adamın canının yanması kadar kötü değildi. Yine de bunu ona söylemek istemiyordu. Söylemek her ne kadar içinden gelse de... 

Dönüp yanında duran adama baktığında üzerinde olan keskin mavi gözleri gördü. Küçük bir çocuk gibi bekleyiş içerisinde parıldıyordu derya mavisi gözleri. O küçük çocuğu sözleriyle, bakışlarıyla kırmak gelmiyordu bu sefer içinden. Daha çok ona sıkıca sarılıp beklentisini gidermek geliyordu. 

"Bugün her şeyi dökelim ortaya, Dilzar. Nefretini, sevgimi, kinini, hasretimi... İçimizde ne yarım kaldıysa bugün hepsini bir bir ortaya serelim. Ne dersin?" 

Her şey zaten o kadar ortadaydı ki okuma yazma bilmeyen biri dahi bu hikayeyi anlayabilirdi ama yine de adam duymak istiyor gibiydi. Ona olan kırgınlıklarını, nefretini, hissettiklerini ve hissedemediklerini kulaklarıyla duymak istiyor gibiydi. İstediğini ona verip bu gece her şeyi dökecekti kadın ortaya. İçini yeyip bitiren nefreti kusup kurtulmak istiyordu ve kurtulacaktı da! Bel boşluğuna dokunan parmaklarla titrerken dolu gözleriyle baktı okyanusunda boğulduğu gözlere. 

Hanım Ağa (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin