Çabuk kırılır insan yüreği. Bazen bir söz ile, bazen bir bakış, bazen bir tebessüm ile... Onu sarıp sarmalayan damarlarının, göğüs kafesinin, et yığınının ardında olsa da paramparça olur kalp. Etrafa saçılır kırıkları... Bazen bir bakışa, bazen bir göz yaşına, bazen ruhun ardına. Kimse görmez dağılıp yıkıldığını. O söz, o bakış, o tebessüm onun eceli olup yakasına yapışır. Öldürmez ama her daim yanında olup her zerresinden yakar. Hiç bir söz, hiç bir bakış, hiç bir tebessüm tamir edemez kırılıp parçalara ayrılan kalbi. Kalp yetim kalır, öksüz kalır ama hiç bir oğlum-kızım kelimesini benimsemez.
Dilzar ruhundan kırılmıştı. Tedavisi olmayan bir hastalığın pençesine takılmıştı. Buğulanan koyu kahverengi gözlerini cama çevirdi. Kar yağıyordu... Yere düşen her kar tanesi kalbinden bir parçayı taşıyordu sanki. Yerde birikip kirli ayaklar altında eriyordu. Ondan cevap bekleyen adamı teğet geçip soğuğa aldırmadan kendini dışarı attı. Saçlarına düşen her kar tanesine sakladı hüznünü. Eriyip suya dönüştü saçlarında. Çıplak ellerini havaya doğru açıp yılın ilk karını avuçladı gülümseyerek. İnce giysisinden içeri sızan soğuğa aldırmadan yüzünü göz yaşı döken gökyüzüne çevirdi. Acı bir tebessüm yerleşmişti adamın çok sevdiği o güzel çehreye. Bir söz, bir soru ile bu kadar kırıldığına inanamadı kadın. Sadece bir soru... Bir soru ile yüreğinden tarif edilemez bir acı edinmişti. Arkasında sıcak nefesini ensesine üfleyen adama dönmeden:
"Gerçekten bunu duymak istiyor musun, ağam?" diye sordu havada kar taneleri ile dolu olan elini indirirken. Arkasında ki beden yanında durup ellerini cebine koyarken beyaza bürünmeye hazırlanan köye çevirdi gözlerini.
"Dinliyorum." dedi kuru bir ses ile. Dilzar, etrafa saçılan kalp kırıklarını toplayıp avucunda tutarken adama doğru döndü. Ellerini gösterip:
"Bu elleri ilk o tuttu mesela." dedi ve konuşmaya ona dönen mavi göz ile devam etti "bu ellerimden tutup bana tarif edilemez heyecanlar yaşattı." Adamın gözlerinden acıyı görür gibi oldu kadın "Başımı omzuna yaslarken saçlarımdan okşadı. Sonra... Sonra ilk o öptü dudaklarımdan. İlk sen öptün dudaklarımdan. Çok güzeldi. Acı vericiydi. Boynumdan koklayarak ilk o öptü. Hayır, o sendin. Bazen beraber uyurduk mesela. Başımı ilk aynı yastığa koyduğumsun. Kucağına ot..." konuşmaya devam edecekken havaya kalkan el ve gözlerini yumup duyduklarını sindirmeye çalışırken:
"Yeter!" diyen kocası onu susturdu. "Bu kadarı kafi. O adamı daha çok öldürme isteğimi körüklüyorsun, Dilzar. Bu yüzden söylediklerin canımı yakmak için birer yalansa yalan de." Kadın kumral saçlarına beyaz düşen yaralı kocasının buğulu gözlerine baktı.
"Yalan değil. Yalan!" dedi usulca ve işte bazen böyle bir söz ile kırılıyordu insan. Tıpkı Dilzar'ın kırıklarının etrafına saçılan Lerzan gibi.
Kalpteki duygulara tutulan aynadır gözler. Bir insanın yıkılışına, dirilişine, yorgunluğuna çekilen şeffaf bir şerit. Yaşlandıkça ortadan kalkan bir şerit... O mavi gözler yıkılışını göstermemek adına her yeri talan ederken hiç bir yerde duramadı. Kimseye gösteremedi yorgunluğunu, çaresizliğini. Eliyle yüzünü sıvazlayıp dağa, taşa, ağaca bıraktı yüreğinden bir parça, dökemediği göz yaşlarından bir damla. Ona ısrarla bakan koyu kahverengi gözlere bakmadan genzini temizleyip eliyle kapıyı işaret ederek:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanım Ağa (TAMAMLANDI)
RomanceBilinmez sevdanın üzerine kaç kelam yazıldığı. Bilinmez Mardin'in kaç sevda gördüğü. Bilinmez Lerzan Ağa'nın yüreğinde ki sevdanın ateşi. Bilinmez Dilzar'ın o ateşte nasıl yandığı. Peki bilinen neydi? Gelin sizde sevdaya yelken açan yüreklerin hik...