Bu bölüm yatıp kalkıp "yazdın mı? Ne zaman yayınlayacaksın?" Diyerek beni kötü yorum yapmakla tehdit eden. Ayni sizin gibi Lerzan'i sevip Dilzar'a gıcık olan biricik Erzurum'lu oda ve sınıf arkadaşım Berna'ya (berna2525) ithafen yazılmıştır.
Al Berna'cim sana benden güzel bir bölüm 😚❤
~~IYI OKUMALAR HERKESE CANLARIM ~~Sessizliğin en sağır edici hali hakimdi iki gencin arasında. Biri susup ucu bucağı olmayan Mardin'i izlemek istiyordu. Bir diğeri ise konuşup sevdaya tercüman olmak... Istekler farklıydı fakat sonuçlar aynıydı. Büyük bir sükunet... Yürekte derin izler bırakacak acı dolu bir sükunet... Yaslandıkları arabanın önünden izliyorlardı onlari birbirine getiren şehiri. Mutluluklarından ayırıp acı dolu kuyuya atan şehiri.
Suskundu kadın...
Bu eşsiz manzaraya ne için getirildiğinin bilinmemezliği içinde kaybolmuştu. Içinde bulundukları sessizlik onu daha da afallatıyordu. O korkunç bakışların ardından bu sessizlik pek hayra alamet gibi gelmiyordu. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibi. Bakamıyordu yanında uzun uzun nefesler alan adamın yüzüne. Baksa sanki ayakları altında olan yer kabuğu ortadan ikiye ayrılacak ve onu içine düşürecekti. Baksa ömründen ömür gidecek gibi... Ayakları altında boylu boyunca serilen güzelim şehire de bakamıyordu kadın. Baksa tüm nefreti gün yüzüne çıkacak onu yıllardır üzerinde yaşadığı şehrinden ayıracaktı. Belki sadece gitmek istiyordu. Düğünden buraya ne diye geldiklerini bilmiyorken böyle sadece susup Mardin'i izlemek saçmalık gibi geliyordu. Dakikalardır buradaydılar ve adam nefes alıp vermekten başka hiç bir şey yapmamıştı. Bu suskunluğunu bir anlam yükleyemeyince ona sadece gitmek kalıyordu. Derin bir nefes alıp dışarı salarken arabadan doğrulup gitmek için atıldı fakat daha ne olduğunu anlayamadan bir el onu kolundan çekerken diğer el ensesinden kavrayıp dudaklarını sertçe sıcak dudaklara bastırdı. Dudaklarını örten dudaklar onu gafil avlayıp tüm enerjisini sömürürken istemsizce gözlerini yummak zorunda kaldı. Bir tarafı karşılık ver diye bas bas bağırırken diğer tarafı ne yapıyorsun, aptal kadın diyerek onu sarsıyordu. Ne yapacağını bilemez halde dururken iki koca el yanaklarından kavrayıp kendine çektikçe çekiyordu. Yüreğinin atmadığından bile habersiz olan kadın havada asılı kalmışcasına bir an önce onu ısıtan dudakların ondan ayrılması için dualar ediyordu.
Kalbinden tutup en ince damarına kadar onu ısıtan dudaklar temasını kesitiğinde nefes nefese kalmıştı. Alnını alnına yaslayan adam ellerini bulundukları yerden bir an olsun ayırmamıştı. Dilzar, içinde unuttuğu nefeslerini dışarı salıp gözlerini açarken adamın gözlerini sıkıca kapattığını gördü. Kapalı gözler bir insanı en fazla ne kadar etkileyenilirdi ki? Belki biraz. Peki, ya o gözler sevdalı bir adamın gözleriyse? Işte bu belki de Mardin'in manzarasından daha güzel bir manzaraydı. Kadının kalbimi tıklatan bir diğer şey ise adamın gözlerini açmadan fısıldadığı şeyler olmuştu.
"Neden bu kadar güzelsin?" Ve o mavi gözler açılıp ona en temiz deryaları bahsetmişti. Boğulmamak elde değildi! Yanaklarında olan eller daha da sıkışırken kadın kalbinin sesine kendini o kadar çok kaptırmıştı ki acıyan canının farkında bile değildi. Adam:
"Lanet olsun! Neden bu kadar güzelsin?" Diye dişlerinin arasından tıslayarak konuşurken kadın sorduğu bu soruyla şaşkınlık içerisindeydi.
"Saçların neden bu kadar güzel kokuyor? Gözlerin neden kahverenginin en güzel tonunda? Dudakların neden ressam elinden çıkmış gibi? Peki ya... Sen neden böyle seviyormuş gibi bakıyorsun, Dilzar?" Genç kadın sona doğru fısıltıyla dökülen sözler karşısında iliklerine kadar titredi. Gerçekten öyle mi bakıyordu gözleri? Seviyor gibi bakmak nasıl oluyordu ki? Gözlerinin bir kaç santim ötesinde duran dudaklardan uzak tutarak:
"Na...Nasıl bakıyorum?" Diye sordu kısık sesiyle. Genç adam gözleriyle yanlarındaki uçurumu işaret ederek:
"Şuradan atlasam peşimden atlayacakmış gibi. Yok olsam yok olacak gibi. Bakma... Bana böyle bakma, Dilzar! Umutlanıyorum..."
Dilzar üzülsün mü sevinsin mi bilemiyordu. Bir yanı adamın canı yandı diye sevinirken baskın çıkan diğer yanı kanıyordu. Adama nasıl davranmışsa artık kadından yana tüm umutları kesmişti. Seviyorum dese de katiyen inanmayacak gibi bakıyordu gözleri. Kaşlarına değen kirpiklerinin arasından baktı boğulduğu deryalara. Neden kendini bu kadar tuhaf hissettiğini bilmiyordu. Belkide hastane de o bakışları gördükten sonra adama karşı bir nebze de olsa yumuşamıştı. Bilemiyordu. Bildiği bir şey varsa o da bu adam ellerini üzerinden çektiği an bedeninin yere yığılacağı oluşuydu. Kendinden emin olmayan bir ses tonu ile:
"Bunu istemiyor muydun?"
Genç adam duyduğu soru ile kaşlarını çatıp kendine ait ne varsa kadının üzerinden çekti. Karısının bir an sarsıldığını görse de hemen toparlanması da bir olmuştu. O bakışlarından ne bekliyordu ki? Hah, karısı onu sevecekmiş! Adam daha rüyasında bile görmüyordu karısının onu sevdiğini. Gerçi kim olsa sevmezdi Lerzan'ı. Hayatını zindan eden bir adamı kim severdi ki? Bu imkansız ihtimal ile ellerini saçlarına sertçe geçirip Mardin'e döndü. Derin derin solurken ciğerlerine batan dikenleri hissetmemeye çalıştı. Yanan canını daha ne kadar görmezden gelecekti? Bu sevda için daha ne kadar ölmesi gerekiyordu? Adı gibi biliyordu ki karısı asla onu sevmeyecekti. Bu gerçeğe rağmen bu kadar direnmek delilikten başka neydi? Hırçın gözlerini onu izleyen karısına çevirip:
"Bana umut vermeni degil, sevmeni istiyorum." Göğsüne üst üstte vurarak "beni artık gör istiyorum. Kaç ay geçti Dilzar farkında mısın? Senin gözlerin gözlerimle dahi çakışmazken ben senin gözlerine değen canlı cansız her şeyi kıskandım. Bir çocuk... Ya, bırak çocuğu hamilelik düşüncesi bile seni nasıl korkuttu. Bu kadar mı iğrenç bir adamım? Bu kadar mı nefret edilesiyim? O şerefsiz adam geçmiş karşımda ağzı sulanarak senin güzelliğinden bahsederken benim de ona katılmamı beklerdin kesin. Neden? Çünkü Lerzan zaten ığrenç bir adam! Her türlü pisliği yapabilecek kapasitede. Böyle bir adamın çocuğu da olamaz. Olamaz!"
"Sen adi, şerefsiz, pislik herifin tekisin! Ama lanet olsun ki benim kocamsın. Evet, hamile olmaktan korktum. Ama... Ama sırf senden diye o çocuktan nefret etmekten, onu sevmemekten korktum. Ayrıca en az senin kadar pislik olan o adamla oturup hakkımda konuşsaydınız ikinizin kafasını birbirine tokuşturur patlatırdım!"
Dilzar, içinde patlamak üzere olan volkanı daha fazla tutamayıp serbest bırakırken kendisine en az karşısındaki adam kadar şaşırmıştı. Herhalde kocasına karşı yaptığı en uzun konuşma bu olurken yanına hakaretlerle dolu olması da eklenmişti. Şaşkınlıkla karışık korkuyla alt dudağını dişlerken gözleri adeta yerinden fırlayacaktı. Tüm bunları dediğine inanmıyordu! Lerzan ağa onu yanlarındaki uçurumdan atsa kimse onu koruyamazdı.
Adam, neye şaşıracağına beye sevinip, üzülecegine karar verememişti. Üzerine yağmur gibi yağan hakaretlerle öfkelenirken ardından gelen sen benim kocamsın diyen kabullenişe çocuk gibi sevinmişti. Fakat bunlar Dilzar'ın çocuk korkusunun verdiği üzüntünün üzerini örtmüyordu. Karısı içindekileri istemsizce dışarı salsada Lerzan ağa her bu hareketi ilerleme olarak görüyor, umutlanıyordu. Oysa umutlandırmaması için onu uyaralı bir dakikayi bile geçmemişti. Ayaklarını arabanın sürücü tarafına çevirirken ardında kalan kadına:
"Bin!" Diye sivri hir dille emir verdi fakat ardından gelen ses ile olduğu yerde durmak zorunda kaldı.
"Bana emir verip durma!" Karısı ona isyan bayrağı mı çekiyordu şimdi?
"Bu güzel kıyafeti bana almasaydın tüm bunlar olmayacaktı. olmayacaktı adam bana laf yapmayacaktı." Lerzan daha fazla dayanamayarak adımlarını karısına doğru çevirdi. Tam karşısında durup bir kolunu eli arasına alarak öfkeyle soludu.
"Tek o adam mı sanıyorsun? Senin benim, Lerzan ağanın karısı olduğunu bilmelerine rağmen salyalarını akıtarak arsızca seni süzen kaç pislik vardı biliyor musun?" Dilzar kolunu öfkeyle sıkan adamdan kurtarırken:
"Derdin ne senin, Lerzan ağa? Bu kaftanı bana alan sensin! Bana bakmalarının sebebi sensin."
"Onların derdi kaftan mı sanıyorsun? Niye bu kadar güzelsin, Dilzar? Niye tüm gözleri kendine çekiyorsun?"
Genç kadın yine kendine hakim olamayıp içinde bir yerlerde saklı olanları dışarı vurarak:
"Ben sana diyor muyum niye bu kadar yakışıklısın? O mavi gözlerin neden insanları boğacak kadar derin? Gittiğin yerlerde ardından baygın kızlar bırakıyorsun?"
Sevda belki de ince ince işlenmişti genç kadının ruhuna. Belki de şu an sıkı dokunuşlarını yapmaktaydı ve bu yangının içinde iki yürekte göremiyordu işlenen sevdayı. Ateş sonra sevda ortaya çıkacaktı. Belki o zamanda ateşin yerini sarsıcı depremler alacaktı. Orası tamamen bir muammaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hanım Ağa (TAMAMLANDI)
RomanceBilinmez sevdanın üzerine kaç kelam yazıldığı. Bilinmez Mardin'in kaç sevda gördüğü. Bilinmez Lerzan Ağa'nın yüreğinde ki sevdanın ateşi. Bilinmez Dilzar'ın o ateşte nasıl yandığı. Peki bilinen neydi? Gelin sizde sevdaya yelken açan yüreklerin hik...