Çantalarımızı alıp çıktığımızda soğuk havayı içime çektim. Şansımıza son dersimiz bedendi ve zilin keskin sesi bize eve gidebileceğimizi müjdeliyordu. Nisan ile ağır bir tempo ile okuldan çıkarken onu gördüm. Üzerinde beden dersinden kalma kıyafetiyle bir arabaya yaslanmış, gülümseyerek beni izliyordu. Yanındaki uzun boylu çocuğun el sallamasıyla dikkatimi Deniz'den çektim. Nisan kızararak çocuğa gülümseyince bahsi geçen Savaş'la karşı karşıya olduğumu anladım. Evet, sınıfa ilk giren çocuklardan biriydi Savaş, anımsamıştım. Ama Nisan'la muhabbeti ilerletene kadar dikkatimi çeken bir yanı olmamıştı hiç. Sanki o yoktu. Nisan'ın ona doğru yürüdüğünü fark ettim.
"Selam vermeden gidilmez. Hadi." diye mırıldandı heyecanla. Ona uyarak peşine takıldım.
"Merhaba." dedi Savaş yüzünde geniş bir gülümseme ile.
"Selam." dedi Nisan da fazla neşeli bir sesle. Gözlerimi Deniz'den çekerek dikkatimi Savaş'a yönelttim. Bu çok zordu. Çünkü mavi gözleri yüzümün her hattını okumaya çalışıyor gibiydi. Bu çocuk benden ne istiyordu ki? Öfkeme hakim olmaya çalıştım. Ağız dalaşına girip de muhabbeti fazla uzatmaya gerek yoktu. Selam verip gidecektik. En azından ben öyle umuyordum.
"Arkadaşım Ela." diye araya girdi Nisan kolumu hafifçe dürtükleyerek.
"Ben de Savaş. Arkadaşım..."
"Arkadaşını tanıyorum." dedim hızla. Artık gitme vakti gelmişti. "Memnun oldum Savaş. Biz artık gitsek iyi olur."
Nisan'ın uyarı dolu dürtüklemeleri sertleşti aniden. "Ela'yı yanlış anlamayın. Otobüsü kaçırmayalım diye böyle acele ediyor. Otobüs kaçınca kırk dakika beklemek zorunda kalıyoruz da."
"Biz sizi bırakırız."
Deniz'in arkadaki arabayı ima ettiğini anlamam için eliyle arkasını göstermesine gerek yoktu. Dik dik yüzüne baktım.
"Gerek yok."
"Zaten sizi çok tutmayacağız." diye araya girdi Savaş hemen. Bakışlarım ona kaydı. Kare bir çenesi, kemerli bir burnu olmasına rağmen bal köpüğü rengi gözleri sert hatlarını yumuşatmış, koyu kıvırcık saçları esmer teninde egzotik bir renk oluşturmuştu. İlginç bir şekilde çekici bir yanı vardı. Savaş'ın bal köpüğü rengi gözleri kesinlikle Deniz'in keskin mavi gözlerinden daha barışçıl sinyaller yolluyordu. Belki de Nisan haklıydı. Savaş, Deniz kadar tehlikeli biri değildi. Devam etmesi için başımla onu onayladım.
"Bu akşam sinemaya gidelim mi diye soracaktım?"
"Harika olur! Değil mi Ela?"
Nisan'ın neşeli tepkisi iyice kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. "Eğlenceli olabilir." dedim yavaşça.
"O zaman saat beş gibi sizi alırız. Film altıda başlayacak." diye araya girdi Deniz yeniden. Bize arkasını dönmüş arabasının kapısını açıyordu.
"Bir dakika. Biz derken?"
Deri ceketinin iç cebini kurcalamakla meşgul olarak başını bile kaldırma gereği duymadan cevap verdi. "Siz. Sen ve Nisan."
"Ben hiçbir yere gelmiyorum."
"Eğlenceli olacak. Hem..." diye arayı yumuşatmaya çalışan Savaş'a öfke dolu bir bakış attım.
"Benim için eğlenceli olmayacak."
"Ama daha yeni dedin ki..."
"Seni ve Nisan'ı kastettim!" diye haykırdım hızla.
"Sana yürüdüğümü falan mı sanıyorsun?"
"Anlamadım?"
Deniz'in ani sorusuyla gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. O ise iç cebinden bir paket çıkarmış, içinden aldığı bir dal sigarayı dudağının kenarına sıkıştırıyordu. Bir gözünü kısarak sigarasının ucunu yaktı. Hafif bir duman çekerken gözlerim bileğindeki okyanus mavisi saç bandına kaydı. Saç bandındaki o uğursuz mavi renk gözlerinin rengine o kadar benziyordu ki! Sanki başka bir evrene aittiler. Hem gözleri hem de o saç bandı. İçine çektiği dumanı dışarıya üflerken, dumanla buğulanmış gözlerini gözlerime dikti. Yüzünde her zamanki kendini beğenmiş ifade değil de canı sıkkın bir duruş görünce keyfim yerine gelir gibi oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.