Bir hafta boyunca ölümümü tartıştık. Ben durumu kabullenmiştim. Alarik zaten yıllardır bunu planlıyordu. Nisan sürekli Alarik'e sataşıyordu. Iolas ise onu yok sayıyor beni ikna etmeye çalışıyordu.
"Senin görevin de bu değil miydi zaten?" diye patladım. Güzel yeşil gözleri içtenlikle titredi. Dizlerimin üzerine kapanmıştı adeta. Yavaşça ayağa kalktı ve ellerimi tutup yanıma oturdu.
"Seni sevdiğimi biliyorsun." dedi en sonunda. "Ölmene izin veremem."
Yavaşça ellerimi çektim. Bakışlarım fırtına öncesi sessizliği ile bizi dinleyen Alarik'e kaymıştı. Sert bir ifadeyle önüne bakıyordu. Önündeki kağıtlarda Sirius'un tam olarak konumunun hesapları vardı. Gözleri onlarda olsa da kulaklarının bizde olduğundan oldukça emindim.
"İzin vermiyorum." diye karşı çıktı yeniden Nisan. "Onu öldürmene izin vermiyorum!"
Alarik başını kağıtlardan kaldırdı ve ters bir bakış attı. "Onu öldürmeyeceğim zaten."
"İntihar etmesine yardım ediyorsun! Bu da bir cinayet!"
Masadan bir hışımla kalktı. O kadar öfkeli görünüyordu ki arkadaşım geri adım atmak zorunda kalmıştı. Bana doğru döndü. "Benimle gel."
Iolas yeniden elimi tuttu. "Gitme. Onu dinleme artık." diye yalvardı. Fakat ben kararımı çoktan vermiştim.
"Nisan sana emanet." diyerek ondan uzaklaştım fakat bu sefer Nisan karşıma geçmişti.
"Ela lütfen."
"Eru aşkına!" diye patladı birden Alarik. "Lanet yıldızın belirmesine daha iki ay var. İki ay boyunca kafa ütüleyeceğinize işe yarar bir şeyler bulun!"
İkisi de durgunlaştı. Birbirlerine bakmaya başlamışlardı bu sefer. Yapacakları plan kafalarında belirirken beyinlerinde dönen çarkları duyabiliyordum. Hışımla dışarı çıkan büyücünün peşine takıldım.
Karanlığın ve izbeliğin koynundaydık yine. Buradayken hiç güneş görmemiştim. Her zaman karanlık ormana çıkıyordum. Karamsar ruhumu daha çok karartıyordu bu durum. Elbette ki bu bir illüzyondu. Büyücünün her zamanki kusursuz planı.
Yabani otlarla sarılmış bahçeye doğru ilerledi. Kuru otlar bir çalı gibi her yeri sarmıştı ama dokunduğum zaman kuru gibi göründüklerini aslında oldukça canlı olduklarını fark etmiştim. Virane evi saran bu otlar güzel bir kamuflajdı. Evin daha izbe ve ürkütücü görülmesi sağlıyordu. Garip bir şekilde Alarik'in yaşadığı eve çok benzediğini fark ettim. Dışarıdan oldukça ürkütücü ve ruhsuzken, içi oldukça canlı ve sıcaktı. Sıkıntılı bir halde sigara içiyordu. Yabani otların arasında dolaşırken düşünceliydi. "Geçen gün evinin oraya gittim." dedi birden. Şaşırdım. Ne işi vardı ki orada? Cevap alabilmek için yavaş adımlarla ona yaklaştım. Uzun dikenli otlar paçalarıma sürtünüyordu.
Merakını giderecek herhangi bir açıklamada bulunmadı. Bu tavrı beni şaşırtmamıştı açıkçası. Cebinden orta büyüklükte değerli bir taş çıkardı. yuvarlak, parlak, düz bir yüzeyi vardı ve leylak rengindeydi. "Anladığım kadarıyla bir yüzüğe ait bu taş. Sana mesaj olarak bırakılmış. Kimden olabilir?"
"Lessien." dedim duraksamadan. Demek ki yaşıyordu ve bir şekilde kaçmıştı. Elinden taşı aldım. Oldukça kıymetli görünüyordu. Parlak ve ihtişamlıydı. Yüzeyi de pürüzsüzdü. Sanki özenle seçilmiş gibiydi. "Benimle iletişime geçmeye çalışıyor."
Alarik ikna olmuşa benzemiyordu. "Emin olma. Tuzak olabilir."
Taşın parlak yüzeyine dokundum. Eğer Lessien yaşıyorsa çok mutlu olacaktım. Belki bana bu karmaşayı açıklayabilirdi. Sonra birden omuzlarım düştü. O da biliyordu ölmem gerektiğini. Belki de o da istiyordu. "Bunu Iolas'a göstermeliyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.