Lessien yere düşerken son kez yüzüne baktığımda gördüklerim şok, hayal kırıklığı ve nefretti. Bana suçlayan gözlerle bakıyordu ölmüş gözleri. İçimde kocaman bir boşluk belirdi o an. Çığlıklarım karanlığın içinde boğularak düşüyordum o an o boşluğa. Kimdim? Nerdeydim? Ne yapıyordum? Hiçbir önemi yoktu o an. Onun kanıyla ıslanan hançeri pantolonuma sürerek temizledim. Onun kanıyla ölemezdim, değil mi?
Etrafımı saran düşmanlarıma bir göz attım. Siyah çelikten başlıklar giymişlerdi. Yüzlerini göremiyordum. Büyük bir boşluk vardı çünkü içlerinde. Sanki hayaletli miğferler vardı karşımda. Dalgın dalgın hançere bakarken yavaş adımlarla Aragathi belirmişti önümde. Yerde yatan cesede bir an ilgiyle baktı. Botunun ucuyla dürttü bedeni.
"Gerçekten kafayı yemişti." Bir elini havaya kaldırdı ve parmaklarını kafasının üzerinde oynattı. "Sıyrık karı." diye söylendi. "Halbuki onu mutlu edebileceğime emindim ama kabul etmedi. Yıllarını kemikleri bile kalmamış bir ölünün ardından ağlamakla harcadı."
Anlamayarak bakıyordum yüzüne. Burada olduğuna göre Alarik ve Iolas ölmüştü. Bu savaşı kazanmalarına izin verecek değildim. Hançeri havaya kaldırdım. O beni ilgiyle ilerken gözlerimi yumdum ve tek bir kelime çıktı dudaklarımdan.
"Fir."
Hançerin havalandığını hissetmiştim. Tek bir kalp atımlık sürede üzerime doğru uçtu. Tam kalbimin üzerine. Sivri ucu göğsümü deldi, acıyla inledim ama beklediğim şey bu değildi. Neden içime girmemişti?
"İlla hançer istiyorsan, benimkini kullan." diye homurdanan Alarik'i gördüm gözlerimi açtığımda. Gözlerim yuvalarından uğrayacaktı neredeyse. Hançeri son anda tutmuştu. Bir eliyle de düşmeyeyim diye belimi tutuyordu. O an etrafımızda patlak veren gürültüyü bile fark etmemiştim. Sevinçten ağlayabilirdim.
"Yaşıyorsun." diye fısıldadım titreyen sesimle. O gürültüye rağmen fısıltımı duymuştu. Okyanus rengi gözleri en büyük sırlarını saklayan derinliklerin koyuluğuna bürünmüştü. Belimdeki elini bastırdı iyice ve beni kendine yasladı.
"Yaşıyorum ve sen de yaşayacaksın." dedi yavaşça. Ardından dudaklarıma uzandı ve ufak bir öpücükle ödüllendirdi beni. "Şuradan kurtulalım daha ateşli öpeceğimden emin olabilirsin." diye mırıldandı. Ben daha cevap veremeden gözleri arkamda bir noktaya kilitlendi. Başlıklılardan biri elinde ağır bir baltayla saldırıya geçmişti üzerimize doğru. Alarik Glìven'in hançerini başlıklının üzerine fırlattı. Yüzünün olması gerek boşluğun içine girdi hançer. Başlıklı beyaz bir ışık saçarak parçalara ayrıldı.
"Bunu al." diyerek kendi hançerini verdi. Dudaklarında yaramaz bir gülüş vardı. "Bunağın silahını ben alacağım."
Yanımdan uzaklaşmasına izin vermeden kolunu tuttum. O sırada köşkün önündeki ırmağın suyu helezon şeklinde havaya yükseliyordu. Bir an ikimiz de bu görkemli olaya baktık. Su perileri atağa geçmişti. Aynı anda Aron ve yarı elflerin çığlıklar atarak köşkten akın akın çıkan vampirlerin üzerine atladıklarını gördüm. Vampirleri görünce tüylerim diken diken olmuştu. Kırmızı, cehennemi andıran gözleri ve sivri siyah dişleri ile korkunçlardı. "Onu bana Glìven verdi." dedim birden Alarik'e dönerek.
"Yani?" diye kaşları kalktı sabırsızlıkla.
"Eğer işler tersine döner ve kaybedersek, intihar etmeme yardımcı olacak. Böylece kazanacaksınız."
Kaşlarını çattı. Beklediği cevap bu değilmiş gibiydi. Bakışları yeniden kararmıştı ve çenesinde bir kas atıyordu. "Bugün ölmeyeceksin. Burada değil. Anladın mı?" diye söylendi sertçe. "Elinden geldiğince kazanmaya bak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.