Etrafımı saran kalabalığa baktım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Kalabalıktan bazıları bana anlayışla bakıyor, bazıları ise can sıkıcıymışım gibi beni süzüyordu. Aralarından uzun boylu, esmer tenli bir genç yanıma geldi.
"Sana zarar verecek değiliz. Bizim derdimiz onlarlaydı. Kan emicileri hoş karşılamayız. Benim adım Aron. Senin adın ne? Sanırım onların avıydın."
Uzun bir süre cevap veremedim. Deli gibi ağlıyordum. Aron sabırla ve anlayışla beni bekliyordu. Çoğunluk ise başımda beklemekten sıkılmış olacak ki ölü bedenlerle ilgilenmeye başlamışlardı. Kendime gelmeye çalışırken, Aron yumuşak hareketlerle bileklerimdeki ipi çözüyordu. "Seni neden bağladılar? Bir yere mi götürüyorlardı?"
Sorularına cevap vermek istiyor ama her ağzımı açışımda daha çok ağlıyordum. Aron ellerimi çözdükten sonra şefkatle omuzlarıma koydu ellerini. Kehribar renginde güzel gözleri vardı. Birden göz haresinin üzerinde altın renkli benekler belirdi. Aynı anda kalbimi sıkıştıran korku ve panik duygusu azalmış yerine dinginlik ve huzur gelmişti. Şaşkınlıkla derin bir çektim. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Kendimi rahatlamış hissediyordum.
"Ben... Adım Ela." diyebildim sakince.
"Merhaba Ela. Seni akşam yemeği olarak mezarlarına mı götürüyorlardı? Kan emiciler avlarıyla dolaşmazlar genelde."
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır. Beni..." Ona güvensiz bir bakış attım. Aron ise karşılık olarak gülümsedi ve kehribar gözleri yeniden altın tanecikleriyle parıldadı. Ben de ona gülümsedim. O güvenilir biriydi.
"Beni Alarik'in yanına götürüyorlardı."
Sözlerimle birlikte Aron'un gözleri hayretle ve biraz da korkuyla büyüdü. Hızla benden uzaklaştı. Bakışları rahatsız hissetmeme neden olacak kadar tarıyordu her yerimi. O sırada yanına bir kız geldi. Zadimus'un elinde gördüğüm zinciri gördüm. Ucunda sallanan uğursuz bir mavilikle parıldayan yuvarlak taş beni esir alıyor gibiydi.
"Aron!" diye içini çekti kız hayretle. "Büyücünün enerjisini alıyorum! Onun büyüsü!"
Aron bir zincire bir bana baktı. Tek kaşını kaldırmıştı. Hızla kolumu kavradı ve yanına çekti beni. "Gidelim. Senin de bizimle gelmen lazım."
Şaşkınlıktan sesim kesilmiş, içimi yeniden kesif bir panik duygusu sarmıştı. "Bana ne yapacaksınız?" dedim panikle. Aron bir kaya kadar sert ifadesiyle halkına döndü. Nedense onun lider olduğunu hissediyordum. "Dönüyoruz."
Kolumu çekmeye çalıştım. "Kimsiniz? Bana zarar vermeyeceğinizi nasıl bilebilirim? Bırakın beni!"
Aron hızla bana döndü. "Bana güven. Bizimle gelmelisin. Çok ciddi bir tehlikedesin." Durdu. Söylemekle söylememek arasında gidiyordu. "Elda." deyiverdi en sonunda.
***
Kocaman bir kütüğün üzerine oturmuş etrafımı saran kalabalığı seyrediyordum. Benim acilen Arda'ya ulaşmam lazımdı. Belki bu insanlar onu tanırdı. Sıkıntıyla Aron'a baktım. Beni tanıdığına göre Arda'yı da tanırdı. Değil mi?
İnsanlar uğultulu bir şekilde konuşuyordu. "Burası neresi? Beni neden buraya getirdin?"
Aron sıcak kehribar rengi gözleri ile güven veren bir ifadeyle baktı gözlerime. "Bana güven."
"Sessizlik!" diye bağırdı yaşlı bir adam. Uzun beyaz saçları tek örgü halinde yerlere kadar uzanıyordu. Uzun, beyaz sakalında ise ikişer boğum halinde lastik tokalar takılmıştı. Gri gözleri ilgiyle ve yılların bilgisiyle beni süzüyordu. "Hoşgeldin Elda. Sùrìon topraklarında, ırkının arasında bulunmaktasın."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasiOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.