Karanlık sokağın ortasında bir göz kırpması gibi hafif bir parıltı oluşmuştu. Evlerin kapıları kapalı, perdeler sonuna kadar çekiliydi. Kediler, köpekler hatta horozlar bile derin uykudaydı o an. Sanki zaman donmuştu kadının siyah elbisesinin etekleri asfalt zeminde sürünürken.
Yıkık dökük binanın önüne geldiğinde tuhaf bir bakışla süzdü duvarları, pencereleri. Dünyaya inmek son zamanlarda çok can sıkıcı olmaya başlamıştı onun için. Artık görevinin son bulmasını istiyordu.
Binadan içeriye girdiğinde ağır bir küf kokusuyla yandı genzi. Duvarların sıvası dökülmüş, lekeli mermer zemine toz toprak halinde inmişti. İçini çekti sıkıntıyla. Bunu neden kendisine yapıyordu? Neyin kefaretiydi şimdi bu?
Siyah elbisesinin uzun etekleri merdivenlerin üzerinden geçerken, kumaşın üzerindeki parlak gümüş yıldızlar ayak bastığı her yerin temizlenmesini, eskisi gibi ışıldamasını sağlıyordu. Adım attığı her yere ışığını götürüyordu Varda.
Karanlık odaya girdiğinde gümüş saçları ışıldadı. Sanki odanın içinde beyaz bir ışık saçılmış gibi aydınlandı oda.
"Seni anlamakta zorlanıyorum."
Genç adam köşedeki pis zemine yatmış tavanı izliyordu boş gözlerle. Herşeyini kaybetmiş, kimsesiz kalmış bir adam. Geleni gördüğü halde kılını kıpırdatmamıştı.
"En başından beridir öleceğini biliyordun ama kendini onun için feda ettin. Seni anlamakta gerçekten zorlanıyorum büyücü."
Adamın göz kapakları kapandı. "Artık büyücü değilim." diye mırıldandı ağır ağır. Ardından öyle çevik bir hareketle yerden kalktı ki kadın irkildi. "Yoksa unuttun mu?" Mavi gözlerinde alay dolu pırıltılar dolanıyordu. Dudaklarının bir kenarı havaya kalkmıştı. "Senin yaşında birisi için normal gerçi."
Varda onu duymazlıktan gelerek boğucu odanın içinde dolaşmaya başladı. Adım attığı her yerin parladığını fark eden Alarik'in gözleri kısılmıştı. Kadının siyah elbisesi baştan ayağa parlayan yıldızlarla bezeliydi. Lanet yıldızlar diye söylendi içinden adam. Varda pencereden dışarıya bakıyordu o sırada.
"Bir elf uğruna kendini feda etmeni anlayamıyorum. Hatta yarı elf uğruna."
Alarik sıkıldığını belli etmekten kaçınmayarak gözlerini devirdi. Karanlığın içinden bulduğu viski şişesini eline aldı. "O kadar da kötü değil. İnsan olmak yani." Ses tonundan alay akıyordu. "En azından sarhoş olabiliyorum." Ve yokluğunun acısını az da olsa bastırabiliyorum diye devam etti iç sesi. Yine o tanıdık yanma hissi göğsüne yerleştiğinde şişeyi kafasına dikti. İçkinin yakıcı acısı galip gelmiş, boğazından başlayarak göğsüne doğru yayılmıştı sıcak uyuşukluk.
"Savaş daha bitmedi Alarik."
"Sevgili kocan savaşın kahramanı olmuş duyduğuma göre."
Varda'nın kaşları çatıldı. Alarik'e döndüğü anda adam iki büklüm olup acıyla inledi. Kadının gözlerinden acımasız bir ışık süzülüyordu ona doğru. "Saygılı ol Maia!"
"Ben... senin... maian değilim!" diye inledi öfkeyle çektiği acının arasından. Zihninde sanki peşpeşe patlamalar oluyordu. Sonra acı geldiği gibi durdu.
"Tacı bulmamız lazım."
Alarik alnında biriken boncuk boncuk terleri elinin tersiyle silerken yine şişesine uzanmıştı. Şu sıralar en sevdiği şey oydu. "Kolay gelsin."
"Sana ihtiyacımız var."
Kadının sesi ısrarcıydı ama adam da bir o kadar sıkılmıştı. Onun gitmesini istiyordu, lanet yıldızları ve ışıltısıyla birlikte. Böylece karanlığında çürümeye devam edebilecekti. " Sevimli savaşçın bir tacı bulamayacak kadar mı beceriksiz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.