Elimi tuttu ve bedenimi hızla kendisine çekti. Dudakları dudaklarıma kapanırken nefesim kesilmişti. Beni öpüyor muydu? Daha ne olduğunu anlamadan geri çekildi. Dudaklarımda kuş tüyü gibi bir dokunuş bırakmıştı ama yanaklarım yanıyordu. Kalbim ise ortadan ikiye ayrılacak gibi çarpıyordu. Şoku atlatamadan koluna hızla bir tane patlattım. Bunu beklemediği açıktı. Yüzünde öyle şaşkın bir ifade vardı ki öfkeden kudurmasaydım kahkahalar atardım.
"Sen..." diye tısladım. "Ne yaptığını sanıyorsun?"
"Anlaşmamızı mühürlüyorum." dedi gayet doğal bir sesle.
Sinirle bir kahkaha attım. Ardından ciddileşerek işaret parmağımı göğsüne vurmaya başladım. "Sakın bir daha yapma bunu. Anladın mı beni?"
Hışımla arkamı dönmüştüm ki bileğimden tutup kendisine çekti beni. Kaşları çatılmıştı. "Sorun ne?" derken gözleri alev alev yanan yüzümü inceliyordu. Birden kaşlarının ortası gevşedi ve dudakları kıvrıldı. Kıvrılma devam ederek yerini sırıtışa aldı. "Seni öptüğümü mü düşündün?"
"Beni zaten öptün!"
"O öpücük sayılmaz." derken yüzü birden aydınlandı. Utançla inlememek için dişlerimi sıktım. "Aha!" dedi önce. Mavi gözlerinde eğlenceli ışıklar parlıyordu. "Sen daha önce hiç öpüşmedin." Sorudan ziyade kesin bir dille söylemişti. Kıkırdayarak ellerini ceplerine soktu. "Bilseydim daha ateşli öperdim."
Kolyem ısınırken Deniz'in kafasına bir düzine kadar çam kozalağı düştü. Kozalakların şiddetiyle gülen yüzü aniden soldu. Bu sefer gülen taraf bendim. "Bu konuyu kapatman için yeterli sanırım."
Ağzının içinde homurdandığını duydum. Keyifle kollarımı göğsümün altında bağladım. "Evet, benden ne istiyorsun?"
"Keşif yapacaksın."
Kaşlarım merakla havaya kalktı. Neyin keşfini yapacaktım ki? Daha sarayın yolunu bilmiyordum. Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Avucunu açtığında siyah, parlak kuma benzer tanecikler gördüm. "Sence buna ne neden olabilir?"
Sorusuyla kaşlarım çatıldı. "Bu da ne?"
"Siyah tanecikler."
Gözlerimi devirdim. "Onu ben de görebiliyorum. Neye ait bunlar?"
Yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. Avucunu kapayıp tekrar açtı. Şimdi küçük bir tüp vardı elinde. Tüpü verdi. İçinde aynı tanecikler vardı. "İşte bunu keşfedeceksin."
Kaşlarım olabildiğince çatıldı. Elimdeki küçük tüpü inceledim. Buna ne sebep olabilirdi ki? Bu ne saçma istekti? "Ama..." diyemeden bir ses duydum.
"Elda..."
Arkamı döndüğüm gibi Arda'yı gördüm. Hızla tüpü sakladım. Deniz aniden yok olmuştu. Arda'nın yüzünde kuşkulu bir ifade vardı. "Ne yapıyorsun?"
Seslice yutkundum. Tüpü saklamam gerekiyordu ama nasıl? "Hiç, öyle bakıyordum etrafa." diyen sesimi duydum. Gözleri arkamda birleştirdiğim ellerime kaydı. Yüzündeki ifade hiç hoşuma gitmemişti.
"Ne var elinde?"
Yerimde zıpladım. "Hiç... hiçbir şey."
Kaşları inanmayarak havaya kalktı. "Bir şey saklıyorsun." dedi daha çok yaklaşarak. Sırtımı dikleştirdim. "Hayır, saçmalama."
"Görebilir miyim?" diyerek elini uzattı. Tüp terli avuç içlerimden kayıyordu. "Bir şey yok dedim!" Sesim fazla tiz çıkmıştı. Arda kabaca kolumu çekti ve elimi açtı. Avuç içimde küçük bir orkide çiçeği vardı. Rengi siyahtı. Gözlerimi kırpıştırdım. Arda içini çekerek elimi bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.