Gözlerimi açtığımda başımda çok şiddetli bir ağrı vardı. Ağzımın içi kupkuruydu. Sıcak basmıştı bedenimi. Üzerimdeki örtüyü halsizce ittirdim. Yanan bir şöminenin önünde yatıyordum. Acıyan gözlerle etrafıma baktım. Duvarlar dönüyordu ve kafamın içinde sanki şimşekler çakıyordu.
"İyi misin?"
Nisan'ın sesiydi bu. Yorgun bir yüzle başucuma oturdu. Gözlerinin etrafında uykusuzluğun neden olduğu koyu halkalar vardı. Koyu kestane saçlarını rasgele tepesine toplamıştı. Ellerimi başımın üzerine koydum.
"Gerçek mi her şey?" diye fısıldadım. "Gerçekten onları kaybettim mi?"
Arkadaşım sesini çıkarmadı. Gözlerimi yumduğumda damla damla yaşlar süzülüyordu yanaklarımdan. Cayır cayır yanıyordu gözlerim, ellerim. Nisan sıkıntıyla odanın bir köşesine bakıyordu. Başımı kaldırıp baktığı yere diktim gözlerimi. Alarik en karanlık köşede oturmuş bizi izliyordu. Onu gördüğüm gibi öfkeyle dolmuştu içim. Hışımla ayağa kalktım. Başım dönmeye başlamıştı. Sendeleyerek üzerine yürüdüm. Ayağa kalktı ve duvar gibi bir yüzle izlemeye devam etti. Tam düşecekken omuzlarımdan tutarak destek oldu.
"Bırak!" diye haykırdım. "Sen yaptın! Onları sen öldürdün!"
"Neden yapayım?" diye cevap verdi sakince. Ellerini ittirdim. Bir adım geri atarak boşta kalan ellerini pantolonunun ceplerine soktu.
"Sen Mornor'un adamısın! Beni kandırdın!"
"Mornor'un adamı olmadığımı söylemiştim. Anneni babanı ben öldürsem, öğreneceğini bile bile seni oraya götürmezdim. Hatta seninle hiç uğraşmaz o gün teslim ederdim."
Haykırarak üzerine yürüdüm. Acım öfkeye dönüşmüştü ve acısını bir şekilde çıkarmam gerekiyordu. Ona vurmaya başladım. Hiç tepki vermedi. Ağladıkça yumrukluyordum. Karnına, kollarına, göğüslerine vurdum. Bir yandan da haykırıyordum.
"Senden nefret ediyorum! Hepinizden nefret ediyorum! İğrenç dünyanızdan nefret ediyorum!"
Yere oturduğumda Nisan'nın da yanıma geldiğini hissettim. Titreyen bedenime sarılmıştı. "Sakin ol lütfen. Yeni iyileştin." diyordu durmadan. En sonunda yorgunlukla olduğum yere yığıldım. Başımdaki ağrı artmıştı, bedenim şiddetle titriyordu. Bir çift kol beni kucakladığında ona karşı koyacak gücüm bile kalmamıştı. Alarik yatağa yatırdı beni tekrar. Gözleri endişeyle büyümüştü. Kendimi yatağa bıraktım ve sessiz hıçkırıklarla ağlamaya devam ettim. Gözlerim kapalıydı açmaya mecalim yoktu. Ela işte o an ölmüştü.
***
Önümdeki kaseye baktım. Nisan bize çorba yapmıştı. Benimse içimden hiç yemek yemek gelmiyordu. Alarik tam karşımda sigarasını içiyor bir yandan da gözünü kırpmadan beni izliyordu. Nisan ise dalgın dalgın çorbasını kaşıklıyordu. Üzerinde o gün gördüğüm okul üniforması hala duruyordu. Sadece gömleğini çıkarmıştı. Uzun siyah bluzu ve okul eteği ile duruyordu günlerdir. İçimi çektim.
"Onu neden getirdin buraya? Nisan bu dünyaya ait değil."
Arkadaşım kendisinden bahsedildiğini anladığında aniden irkildi. Benim gibi elden ayaktan kesilmemişti şükürler olsun. Ama çok solgundu ve onda görmediğim derin bir sessizliğin içindeydi.
Büyücü içine çektiği sigaranın dumanını üflerken yüzümü buruşturdum. "Onu mimlediler. Orada bırakamazdım." dedi boğuk bir sesle.
"Ne demek mimlediler?"
"Biz evinin sınırlarına dahil olduğumuz anda Mornor geldiğini anladı. Yaratıkları belirmeye başladığı anda sizi kaçırdım. Eğer Nisan'ı bıraksaydım, seni alabilmek için aklının almayacağı şeyler yaparlardı ona."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.