Bir kalp atımı kadarlık süre içerisinde sessizlik oldu. Glìven öyle hızla yerinden kalktı ki yaşına göre bu kadar atik davranmasına şaşırmıştım. Defteri kazağımın içinden çekti ve mavi taşa avucunun içiyle bastırdı.
"Yapma." dedim hızla eline uzanırken. Aynı anda surların ötesinden gelen hırlama seslerini işittim. Midem takla atarken acaba ne çeşit bir iğrenç yaratık göreceğimin endişesini yaşıyordum. Yerlerde sürüklenen zincirlerin ürkütücü sesi ve tiz çığlıklar sarmıştı etrafımızı. Bir gürleme duyuldu. Hemen ardından altımızdaki zemin titredi. Aron ve yarı elflerin silahlarını kuşandıklarını, surlara tırmandıklarını görebiliyordum.
Glìven aniden elini kitaptan çekince dikkatimi yeniden ona çevirdim. Hareket eden mavi renkli, elektrik akımına benzeyen bir dalgalanma vardı elinde. Ne olduğunu anlayamadan elini kalbimin üzerine koydu. Mavi dalgalar onun avucundan benim göğüs kafesime, kalbime doğru akmaya başlamıştı. Tenime değen eli alev gibi yakarken, kalbime süzülen büyü buz gibiydi. Sanki yüreğimi donduruyordu. Gözlerimi yumdum ve kısa bir nefes verdim. Ağzımdan çıkan hava soğuk bir duman şeklinde yükseldi karanlığa. Gözlerimin önünden hızlı oynayan bir film şeridi geçiyordu o an. Bir an yemyeşil bir çayır görürken başka bir an da bembeyaz dağların zirvesini görüyordum. Okyanusun derinliklerine indim ve gökyüzünün en üst sınırına yükseldim. Nefesim ciğerlerime yetmiyordu. Gecenin en karanlık kuytusundan gündüzün en parlak saatine koştum. Dizlerimin üzerine yığılırken yenidoğanların ilk, can verenlerin ise son nefesini işittim. En kesif sessizliğin içinde bas bas yardım dilenen gözleri seçtim. Bilincim kayboluyordu sert zemine yığıldığımda. Ama görüntüler devam ediyordu. Oysaki kaybolan bilincim gibi onların da yok olmasını istiyordum ben.
Sesler kesilirken görüntüler de bir bir karanlığa karışıyordu. Buz gibi bir rüzgar esti. Üşümüştüm ama kollarımı bedenime saracak gücüm yoktu. O sessizlikte tek bir ses duydum zihnimde.
Aradığını günlükte değil sende bulacak. Onu ancak seninle bulabilir.
***
Gözlerimi açtığımda bir çift mavi gözün dikkatle beni incelediğini gördüm. Çığlık atarak yerimden zıpladım. Vücudumu kaplayan ter çiğ taneleri gibi sarıyordu her yerimi. Saçlarımı yüzümden çektim. Dikkatle etrafıma baktım. Şafak söküyordu ve ben daha önce yıkandığım gölün kenarındaydım. Her tarafım tutulmuştu. Orman derin bir sessizliğe bürünmüştü. İyi de ne zaman gelmiştim buraya?"Uykunu böldüm kusura bakma."
Anlamayan gözlerle Alarik'e baktım. Her zamanki siyah kıyafetiyle şafağın karanlığıyla bütünleşmişti. Sadece mavi gözleri akıl almaz bir ışıkla parlıyordu. Yüzünde her zamanki alaycı ifade yerine kuşku vardı. "Bana günlüğü getirdin sanırım. İş konusundaki disiplinine hayran kaldım açıkçası. Şimdi, günlüğü ver."
Onu dikkate almadım. Zorlukla ayağa kalkarken hala etrafı dinliyordum. Neden bu kadar sessizdi? O an zihnimde alarm zilleri çalmaya başladı. Alarik beni izlerken hızla zihnimdeki perdeyi çektim. Düşüncelerimi okuması en son istediğim şeydi.
Beni buraya Glìven getirmişti. Nasıl yapmıştı? Belki de büyüyle ya da günlükten aldığı o güçle bir şekilde beni oradan kaçırmıştı. Peki ya onlara ne olmuştu? Peki ya günlük? Elimi kazağıma götürdüm. Yoktu. Etrafıma bakarken deli gibi kendi kendime sövüyordum. "Yaşlı herif. Elimden almış." diye inledim dişlerimi gıcırdatarak.
Alarik kolumu sertçe tuttu ve sarstı beni. Yüzü ilk defa bu kadar ciddiydi ve öfkeden kuduruyor gibiydi. "Bana bak Melez. Senle anlaşmamız vardı. Bana günlüğü getirecektin."
"Glìven elimden aldı. Senin elinde tehlikeli bir silah olacağını söyledi." diye söylendim, bir yandan da kolumu çekmek için debeleniyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.