Zemin ayaklarımın altında sallanıyordu. Arda koluma girdi hızla. "Tamam, fazla acımasızca oldu ama bunu nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum sürekli. Birden söyleyiverdim."
"Hiçbir şey anlamıyorum." diye mırıldandım. "Bütün bunlar çok saçma. Bütün bunlar bir rüya. Hem de çok saçma bir rüya! Saçmalık!"
Gözlerimden yaşlar süzülürken hızla Arda'nın kolundan çıktım. Koşmak, evime gitmek istiyordum. Annem ve babamın güvenli kollarına.
"Elda..." diye başladı Arda. Ama sinirlerim yeterince bozulmuştu.
"Bana Elda demeyi kes! Ben Elda değilim seni aptal! Benim adım Ela! Ben bu yaz on sekizime gireceğim! 99 yılında, İzmir'de doğdum! Lanet olası milattan öncenin bilmem kaçıncı yılında değil! Benim annem ve babam yaşıyor! Genetik ailem ise beni terk ettiler! Aptal bir savaşta öldürülmediler! Ya da intihar etmediler! Bütün bunlar saçmalığın daniskası!"
Arda hüzünle başını salladı. "Bütün bunlar gerçek."
Gözümdeki yaşları elimin tersiyle hırsla sildim. "Sen nereden bileceksin ki! Kimsin sen?! Seni tanımıyorum bile! Tanımadığım biri gelmiş bana anne ve babamın doğum günümde öldüklerini söylüyor bana! Bu ne demek biliyor musun! Bu ne kadar ağır biliyor musun?!" Avazım çıktığı kadar bağırıyordum artık. Sesim ormanda yankılanıyor, ağaçlar dallarını öfkeyle sallıyordu. Onların huzurunu bozmuştum.
"Sen hiçbir şey bilmiyorsun! Amacın ne senin ha? Beni bu aptal yere getirerek, bütün bu saçmalıkları anlatarak ne yapmaya çalışıyorsun?!"
"Seni korumaya çalışıyorum." diye cevapladı şefkatle. Öfkem ona dokunmamıştı bile. Sadece hüzün vardı gözlerinde.
"Kimsin sen?!" diye haykırdım deli gibi.
"Senin koruyucun. Işığın Savaşçısı. Sen babanın bana mirasısın."
"Yine aynı saçmalıklar!"
"Gerçek olduğunu biliyorsun. Üzgünüm Ela."
Haykırışlarım hıçkırıklara dönüştü. Yere çöküp ağlamaya başladım. Sadece ağladım. Ağaçlar artık öfkeli değildi bana. Dalları hüzünle sallanıyordu. Sanki acımı paylaşıyorlardı.
Bir süre sonra hıçkırıklarım sessiz iç çekişlerine döndüğünde Arda'nın önümde diz çöktüğünü fark ettim. Destek olmak ister gibi bir eliyle omzuma dokundu. "Acını azaltabilirim." dedi çok yavaşça. Gözlerine baktığımda bunu yapabileceğini anladım. Ama işin garip tarafı içimde acıdan ziyade kocaman bir boşluğun olmasıydı. Ben kimdim? Neydim? Nereye aittim?
"Sadece boşluklarımı doldur. Korkunç bir çılgınlığın içindeyim. Hiçbir şey bilmiyorum. Anlattığın hiç kimseyi tanımıyorum. Seni tanımıyorum." Derin bir nefes aldım birden. "En önemlisi kendimi tanımıyorum."
"Sana yardım edeceğim." Omzumu hafifçe sıktı. Diğer eliyle de elimi tuttu. Dokunuşu hafif ve sıcaktı. Güven veriyordu. "Senin yanında olacağım. Daima."
Gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde aramızda çatırdayan elektriği hissedebiliyordum. Kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Onun ise hiçbir mücevherde bulunmayacak denli güzel olan gözlerinin yeşili daha bir koyulaşmıştı. Göz bebeklerinin içinde yanan ateşler beni içine hapsediyordu sanki. Yavaşça bana doğru yaklaştığını fark ettim tapılası kadar yakışıklı yüzünün. Ne yapacağını tahmin edebiliyordum. Bunu hem istiyor hem de istemiyordum. Güzel dudakları dudaklarımın üzerine nefesini verirken mide bulandırıcı bir ses duydum. İkimiz de hızla başımızı sesin kaynağına çevirdik. Bir şey hızla üzerimize geliyordu. Küçük ve çirkin bir yaratık. Arda hızla beni ittirdi. Sert bir şekilde ondan iki metre uzağa savruldum. Arda'nın elinde bir ışık huzmesi toplandı. Işık sönerek daha önce gördüğüm kılıcı ortaya çıkardı. Çevik ve hızlı tek bir hareketiyle yaratık ikiye ayrıldı. Bu daha önce rüyamda gördüğüm, bana saldıran çirkin yaratıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.