Alarik endişeyle bir Ela'nın bedenine bir de çıldırmış gibi yerde parçalara ayrılmış Nemirdes'ten gözlerini alamayan Aragathi'ye baktı. Çok fazla vakti yoktu. Eğer köprüden geçmeden önce yetişemezse onu asla kurtaramazdı.
Aragathi öfkesinden deliye dönmüştü. Binlerce yıldır aradığı, kendisine amaç edindiği bu kıymetli kolye şimdi siyah parçalar halinde yerlere saçılmıştı. Mornor'un karşısına eli boş geçeceğini düşünmek korkudan delirmesine yeterliydi. Dişlerini sıktı. Bedeni neredeyse iki katı büyüklüğe ulaşmıştı. Küçük farenin kendisini öldüreceğine hiç ihtimal vermemişti. Fakat olan olmuştu. Buna neden olansa karşısındaydı.
"Seni onun yanına göndereceğim." diye hırladı ve büyücünün üzerine atladı.
***
Siyah bir çukurun içinde yuvarlanıyordum. Her ne kadar bedenim olmadan daha hafif hissetsem de ilginç olan ruhumun hala acıyı hissediyor olmasıydı. Sebepsiz bir acı içinde kıvranıyordum. Acaba köprüye gitmeden beni cehenneme mi göndereceklerdi? Korkuyu hiç bu kadar derin hissetmemiştim. Belirsizliğin korkusu çok daha kötüydü.Keşke bayılabilseydim. En azından döne döne yuvarlandığım bu karanlık boşluktan çok daha iyi olurdu. Ne yazık ki öyle bir imkanımın olmadığı belliydi. Sanki uzay boşluğunda süzülüyor gibiydim.
O kadar uzun zaman sürdü ki bu işkence ne Alarik ne de diğerleri hiçbir şey kalmamıştı zihnimin kalıntılarında. Sadece ve sadece derin boşlukluğun içinde ruhumu iki büklüm yapan ızdırap vardı.
En sonunda iğne ucu kadar mavi bir ışık gördüm derin karanlığın içinde. Oraya uzanmak istesem de süzülmeye devam ettim. Izdırapla haykırmaya başladığım sırada çığlıklarım zihnimde yankılanmaya başladı. İşte bu çok daha kötüydü.
Ben mavi ışığa gideceğime, o bana doğru gelmeye başladı. Kendimi büyük bir çarpışmaya hazırladım nedense. Çok geçmedi yüksek bir yerden düşmüşüm gibi sert zemine tosladım. Elbette canım yanmıştı! Kemiklerim olsaydı büyük ihtimalle kırılırdı.
Zorlukla yerden kalktığımda siyah taşlarla döşenmiş bir köprünün üzerinde olduğumu anladım. Gökyüzü görebileceğim en canlı, aynı zamanda da en koyu maviyle boyanmıştı. Parlayan yıldızların yanında büyük, küçük gezegenler de vardı. Kimisi kırmızı kimisi siyahtı. Bir tanesi beyaz renkteydi. O diğerlerine göre uzaktı.
Köprüden geçen ruhlar beni görmüyor gibilerdi. Kimisi karnında ya da kafasında kanaması durmuş, soluk kırmızı yaralarla, kimisi yeterince temiz bir halde, kimisi de boynunda büyükçe bir çürükle yürüyorlardı. Hatta kül renginde benden daha çok saydam olanlar da vardı. Kül rengi ruhların yüzünde derin bir acı vardı.
Ellerime baktığımda bileklerimde kurumuş kanın solgun kırmızılığını ve yarılmış derimi görmek en son beklediğim şeydi. Beyaz elbisemin uçları kanla kaplanmıştı. Demek ki nasıl öldüysen öyle gidiyordun mahkemeye.
Ruhların ilerledikleri yolun ucuna baktım. Köprüyle aynı taşlarla yapılmış, siyah bir inci gibi parlayan kolezyum benzeri bir yapı görünüyordu. Panikle etrafıma bakındım. Alarik'i göremiyordum. Aragathi onun gelmesine engel olmuş olabilir miydi? Ön sezilerim geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimi haykırıyordu. Gitmek istemesem de oraya doğru mıknatıs misali çekiliyordum. Diğer ruhlar yüzlerinde sabit bir ifadeyle ilerliyorlardı. Benim gibi panik içinde etrafına bakınan birkaç tanesi dışında kimse yoktu.
Dudaklarımdan tek bir isim dökülüyordu o sırada. Alarik'i sayıklıyordum ateşli bir hasta gibi. Ne kadar çok seslenirsem o kadar çabuk gelecekmiş gibi defalarca ismini sayıkladım.
Uzun süren yolun sonunda kolezyumun kapısına geldim. Önümdeki ruhlar kapılardan geçip kayboluyorlardı. İki uzun sütun yükseliyordu kapının yanlarından. Kapı on beş metre kadar vardı. Bir dev bile kolaylıkla hiç eğilmeden girebilirdi içeriye. Altın kaplama çift kanatlı kapının üzerinde mavi safir taşlarından yapılma semboller vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.