Bölüm 18

5.8K 475 23
                                    

"Beni dinliyor musun?"

Ateş'in sorusuyla gözlerimi kırpıştırdım. Yarım saattir bana bir şeyler anlatıyordu ama onu dinlemiyordum. Yanaklarım kızarırken saç örgümle oynadım. "Özür dilerim. Ne demiştin?"

Ateş bir süre dikkatle yüzüme baktı. Sabahtan beridir bana ok atmayı öğretmeye çalışıyordu ama benim aklım dün gecedeydi. Dün gece yaşadıklarım bir ömrüme iz bırakacak türdendi. Kalbimde tatlı bir sızı belirirken yine heyecanlanmaya başladım. Sanki Deniz yanımda, dudakları dudaklarımdaydı. Gözlerimi yumup onun keskin hatlı yakışıklı yüzünü görmeye çalıştım. Okyanus mavisi gözlerine gökyüzünü sığdırmıştı bir de. Bir yanım mutluluktan ölüyor diğer yanımsa korkudan titriyordu. Bir yanım cehenneme girecek kadar cesaretli iken diğer yanımsa en küçük bir alevde koşturarak kaçmak istiyordu. Cehennem Deniz miydi yoksa benim duygularım mıydı?

Deniz'in ayağının altında un ufak olmuş taş tanelerine bakarken içimde bir korku belirse de merakımın cevabını görmenin de rahatlığı vardı. Yere çömelip taneciklere dokundum. Bunlar Deniz'in sorusunun cevabıydı işte. Oniksin ezilmiş parçalarıydılar.

"İşte sana cevabın." diye mırıldandım. Merakla tanecikleri elledi. Ardından sağlam bir oniks taşı aldı ve onu iyice inceledi.

"Oniks olduğunu nerden çıkarıyorsun?" diye mırıldandı taşı incelerken. Kaşlarım çatıldı.

"Başka ne olabilir ki?"

"Obsidyen de olabilir."

Kaşlarım çatılırken kollarımı göğsümün altında birleştirdim. "Madem bir fikrin vardı, ne diye beni uğraştırdın?" diye soludum öfkeyle. Gözleri çakmak çakmak yanarken haylazca gülümsedi. Onun bu pervasız yakışıklılığı kalp atışlarımı yine hızlandırmıştı. Kızararak gözlerimi kaçırdım. "Farklı fikirlere her daim açığımdır." demesiyle alayla ona döndü bakışlarım. Anlamadığım bir ateşle yanan gözleri göğüslerimdeydi. Kollarımı hızla indirdim ve bacağına tekme attım. Gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Sapık mısın sen ya?" diye çığlık attım. Sesimle birlikte yüzünü buruşturdu.

"Biliyor musun? On dokuz bin yıllık hayatımda çok şey gördüm ama hiçbir şey senin kadar çok şaşırtmadı beni."

On dokuz bin yıl mı diye yutkundum içimden haykırırken. Gözlerimi kıstım. "On yedi yaşındaki bir kıza tacizde bulunan senin gibi yaşlılara sübyancı deniyor."

Sözlerimle birlikte yüzünde yine aynı şaşkın ifade belirdi. Ardından güçlü bir kahkaha attı. Onun kahkahadan kırılan haline anlam veremeyerek ağzımın içinde homurdandım. Bu halime daha çok güldü. Mavi gözlerinde güneş açmıştı sanki. Neden sonra kendine geldiğinde bana doğru yaklaştı ve yine komodinle arasına aldı bedenimi. Kuruyan ağzıma inat zorlukla yutkundum.

"Birincisi," diye mırıldandı kadife gibi bir sesle. "Sen on yedi yaşında değilsin. Olsa olsa bin küsur yaşlarındasın."

Gözlerim hızla açıldı. Bu halime daha çok güldü. "Elda, bin küsur yıl önce doğdun. Kanlı bir savaşta. Ve bin küsur yıl sonraya gönderildin. Sadece on yedi yıl yaşadın, evet ama teknik açıdan binlerindesin."

"Teknik açıdan hala sübyancısın."

Lafıma yine güldü. Ardından eli belimi sardı ve nazikçe bedenine yasladı bedenimi. "İkincisi, seni taciz ettiğimi düşünmüyorum. Taciz etseydim hoşuna gitmezdi." diye fısıldadı dudaklarıma. Bir tereyağı olsaydım ancak bu kadar eriyebilirdim kollarında. "Ben... Asla..." diye itiraz etmeye çalıştım güçsüz bir sesle. Daha çok yaklaştı. Burnu, burnuma değiyordu artık. "Üçüncüsü, sana yaşlı olmadığımı kanıtlamalıyım. O zaman fikrin değişebilir."

ELDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin