Sıkıntıyla alnımı sıvazlarken yorgun zihnimi tekrar dürttüm. Sadece aptal bir kapı hayal etmem gerekiyordu. Ya da büyük bir kale. Küçük bir çukur da olurdu. Düşüncelerimi içine hapsedebileceğim ve olası tehlikeleri engelleyebileceğim bir sığınak hayal etmeliydim sadece.
Yaşlı adam bana bakarken sanki dudakları hınzır bir şekilde kıvrılmıştı. Bunu ondan istemem doğru değildi ama başka çarem yoktu. Deli gibi onun gri bakışlarını zihnimden uzak tutmaya çalışıyordum. Orada bilmemesi gereken şeyler vardı. Alarik belası gibi.
Gözlerimi yumdum ve düşüncelerimi dinledim. Aklım şu sıralar Aron'daydı. Kendisini kovuğuna kapatmıştı. Sanki ceza çekmek istiyor gibiydi. Vicdanının sesini kendi başına dinlemek daha kolay geliyormuşçasına davranıyordu. Oysaki onun bir suçu yoktu!
"Senin de bir suçun yok. Kendini suçlamayı bırakmalısın." dedi Glìven bilgece. Sıkıntıyla ofladım.
"Bir türlü senden kaçamıyorum." diye söylendim.
"Düşüncelerine çok fazla kaptırıyorsun kendini." dedi bir elini sallayarak. Sanki görünmez bir sineği kovmuştu. Alnımdaki ter damlacıklarını hissedebiliyordum. Elimin tersiyle sildim.
"Belki de seni daha fazla zorlamalıyım." diye mırıldandı. "Zihninin derinliklerine inmem yeterli."
Telaşlanmaya başlamıştım. Gözlerim kapalı olsa da bilincimin içinde dolanan gri gözleri hissedebiliyordum. Daha çok ilerliyordu sanki. Önceleri üstünkörü göz attığı anılarıma saygısızca dalıveriyordu. Panikle bir kapı hayal etmek istedim. Soluk bir hayalden başka bir şey elde edemiyordum ve yaşlı adam ilerliyordu. Sanki zihnimin içinde kovalamaca oynanıyordu. Ben kaçtıkça o kovalıyordu. Çocukluk anılarımı düşündüm birden nedensizce. Babamla oynarken saklandığım uzun, kalın perdelerin arkasına sığınırdım. Beni göremediğini, ondan kaçabildiğimi bilirdim. Aniden belirdi annemin oturma odasındaki zümrüt yeşili koyu fon perde. Yerlere kadar uzundu. Saklanmak için ideal ve bilindik bir sığınaktı işte! Onun ardına sığındı düşüncelerim. Gri gözler boş yere amansızca dolandı durdu boş zihnimde. Bütün hislerim, düşüncelerim o perdenin arkasındaydı.
Gözlerimi açtığımda Glìven'in yüzünde hoşnut bir ifade vardı. Ellerine iki yana açtı. "Başardın."
Derin bir soluk alarak gülmeye başladım. Kim bilir kaçıncı denememden sonra başarmıştım ve kendime güvenim gelmişti. Düşüncelerimi göremediği zaman Alarik'in yüzünde belirecek ifadeyi düşünüyordum. Glìven'in dikkatli bakışlarını görünce yeniden o perdenin arkasına saklandım. Düşüncelerime gireceğinden değil de. Başıma sancılar girerken Alarik'in karşısında sürekli zihnimi saklamak zorunda olmanın vereceği yorucu hissi düşünmüştüm.
"Çok fazla düşünüyorsun." dedi yaşlı adam. Kaşlarımı çattım.
"Hani başarmıştım?"
"Düşünceli olduğunu, düşüncelerine bakmadan da anlayabiliyorum Ela."
Dalgın bakışlarımı çevrede koşturan yarı elflere çevirdim. Eldar'dakilerden farklılardı. Kim nasıl rahatsa öyle giyiniyorlardı mesela. Süslü, uzun elbiselere ihtiyacı yoktu kadınların. Ormanın elfleri ormana uygun yaşıyordu. Ülkenin girişine ve çevresine güvenlik duvarı inşa ediyorlardı. O kadar hızlı ve aralıksız çalışıyorlardı ki kısa zamanda bitireceklerinden emindim. Çocuklar bile çalışıyordu. Büyükler kayaları taşırken onlar aralarına harçları sürüyordu.
"Onlara yardım etmeliyim."
"Senin kendine yardım etmen lazım."
Aron yanımıza gelirken harıl harıl çalışan yarı elflere bir göz attı. Yüz ifadesi sertti ve duygularına set çekmiş gibiydi. Sonuçta onların lideri oydu ve çocuk gibi saklanmaktan vazgeçmeliydi. "Sen bizim umudumuzsun Ela. En önemli önceliğimiz seni korumak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.