Gölün kenarındaki ağaçlardan birine yaslanmıştım. Uyuyakaldığımı irkilerek gözlerimi açtığım zaman anlamıştım. Akşam olmuştu. Aron hala ortalıkta gözükmüyordu. Ormanın sessizliğini dinlerken korkuyla etrafı kolaçan ediyor, olur olmadık yerden başka bir cehennem yaratığının çıkmasından deli gibi korkuyordum. Hançeri de kaybetmiştim üzerine. Boynumdaki kolyeden başka bir silahım yoktu.
Bir de Alarik mevzusu vardı. Başım ağrıdan çatlarken gözlerimi yumdum. Amacı neydi, neyin peşindeydi bilmiyordum ama bu anlaşma canımı sıkmaya başlamıştı. Ondan kendimi korumam ve bu anlaşma saçmalığından uzak durmam gerekiyordu. İstediği şeyi verebilir miydim? Gözlerimin önüne gelen görüntülerle içim sızladı. Iolas'ın benim yüzümden acı çektiğini düşünmek kahrediciydi. Sadece o da değil. Laurë'ye bile üzülüyordum. Ne kadar benden nefret etse de hayatımı kurtarmıştı ve ona borçluydum. Onları kurtarmam lazımdı. Peki Alarik'e güvenebilir miydim? Anlaşma yapabilirdim. Onlara karşılık, istediği şey. Önce elini o oynamalıydı. Bunu nasıl sağlayacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı, o da, zihnimi mavi büyücüden uzak tutmalıydım.
Sıkıntıyla yerdeki taşlarla oynarken Aron'u ve diğerlerini düşünmeye başladım. Yaşıyorlar mıydı? O yaratıklar ve o korkunç yılanla baş edebilecekler miydi? Oradan kaçtığım için kendimi suçlu hissediyordum nedense. Ve de huzursuz.
Bir saat geçmişti ki çalıların arasından bir ses geldi. Gerilerek yaslandığım ağacın arkasına saklandım. Sentorları göremesem de etrafımda olduklarını biliyordum ama Alarik onlara görünmeden dibime kadar girebilmişti değil mi?
Gelen kişiye gizlice baktım. Uzun boylu bir adam omuzlarını düşürmüş göle yürüyordu. Üstü başı pislik ve kanla...
"Aron." dedim hevesle. Sırtını hemen bana döndü ve gözlerini yumarak rahat bir nefes aldı. Onu sağlam bir şekilde gördüğüm için ben de çok rahatlamıştım.
"İyi misin? Seni o kadar çok merak ettim ki."
Başını zorlukla salladı. Bitkindi ve çok üzgün görünüyordu. O an soğuk bir yılan gibi göğüs kafesimin içine çöreklendi sıkıntı. "Ne oldu?" diye sorabildim. Kim diye soramadım.
"Thalia."
Ardından gölün kıyısına çöktü ve sessiz hıçkırıklarla omuzları sarsıldı. Hiç tanımadığım belki de bir saatten az vakit geçirdiğim bu kadını kaybının yarattığı acıyla sarsıldım. Bize yardım etmişti. Kardeşi beladan kaçmak istese de beni korumak için Aron'a yardım etmişti. Kaderime baktığı sırada, etrafımda dolanan ölümün içinde kendi silüetini de görmüş müydü acaba?
Hayal meyal adımlarla onun yanına oturdum. Aralarında ne olduğunu bilmesem de Thalia ondan hoşlanıyordu. Belki Aron'da ondan hoşlanıyordu. Ne kadar gözleri beğeniyle beni süzse de içinde bir yerlerde Thalia için sevgi tomurcukları ekmişti habersiz bir şekilde belki de. Elimi sarsılan omzuna koyduğumda bana döndü, kehribar gözleri yaşlardan bulanıklaşmıştı. "Onu koruyamadım. O yılan..."
Daha fazlasını duyamazdım. Omuzundaki elim titremeye başlamıştı. Abra, yeraltının bekçisi diye düşündüm. Kocaman, korkunç yılan. Thalia'nın, o uçarı, sevimli, hayat enerjisiyle dolup taşan güzeller güzeli kadının sonu bu kadar korkunç olmak zorunda mıydı?
"Esmeralda beni ilk gördüğü yerde öldüreceğine and içti." diye mırıldandı kırık dökük. "Onu suçlamıyorum. Artık Orman'ın İkizleri yok."
Suçluluk boğazımda kocaman bir taş misali oturmuştu. Yutkundukça canım yanıyordu. Zihnimde deliler gibi bağıran ses ise bu acıya alışmam gerektiğini, daha çok kayıp vereceğimi söylüyordu. Tanrım diye dua ettim ilk kez. Ailemi koru.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.