Aklım Arda ve diğerleriyle doluyken labirenti andıran uzun koridorlardan Aron'un elini tutarak hızlı hızlı geçiyordum. Tünel zifiri karanlıktı ama Aron nereye gideceğini iyi biliyor gibiydi. "Yolu iyi biliyorsun." diye fısıldadım. Arada korkuyla arkama bakıyordum. O yaratıklardan biri her an peşimize düşebilirdi.
"Bu tüneli ben açtım." diye cevapladı Aron. Yüzünü görmesem de sırıttığından emindim.
"Buraya girerlerse bizi yakalamaları ne kadar sürer?"
Aron korkumu sezmiş olmalı ki elimi güven verircesine sıktı. "Dürüst olayım, beş dakikayı bulmaz bizi yakalamaları. Ama onlar tüneli fark edene kadar biz çoktan ormana dalmış oluruz."
"Bu orman çok mu tehlikeli? Arda benim tek başıma kaçamayacağımdan emindi." Arda derken sesim titremişti. Tanrım yalvarırım onlara bir şey olmasın.
"İlk defa giren biri için evet, tehlikeli."
"Buraya gelirken bir ormandan geçmiştik." diye başladım.
"Ah, evet biliyorum." dedi sözümü keserek. "Eldar'a açılan kapılardan biri. O orman gün boyu periler tarafından korunan bir geçit. O halde bile iki vampir tarafından kaçırıldın."
O yaratıkları düşününce içim ürperdi. Ama onlar Mornor'un yaratıklarından çok daha iyiydi. Mornor'un yaratıkları cehennemden çıkma gibiydiler. Korkuyla titredim. Aron elimi daha çok sıktı ve o an onun varlığına şükrettim. O olmadan ben ormanı değil bu tüneli bile tek başıma geçemezdim. "Korkma, sana zarar gelmesine izin vermem."
"Teşekkür ederim Aron." diye fısıldadım hıçkırarak. "Beni duyduğun için ve bu kadar hızlı olduğun için."
Aron boğazını temizledi. " Aslında ben hep buralardaydım Ela. Glìven bana ihtiyacın olacağını söylemişti. Ama tehlikenin ne olduğunu, nereden geleceğini görememişti. Mornor olacağını tahmin ediyorduk ama elfler bir ihtimal dahi olda bizi dinlemezlerdi."
Evet, dinlemezlerdi. Kibirliliklerinin bedelini ödüyorlardı. Yine de onlara zarar gelsin istemiyordum. Bir kez daha hıçkırdım.
"Üzülme, onlar başlarının çaresine bakabilirler. Her ne kadar sevmesem de güçlü olduklarını bizzat tecrübe ettim."
Onun yatıştırıcı sesi ile gülümsedim. "Umarım." diye mırıldandım.
Tünelin sonuna geldiğimizde nefes nefese kalmıştım. Çok yorgundum, susamıştım ve acıkmıştım. Aron'a bir şey demesem de midemin gurultusu beni ele vermişti. Utançla başımı eğdim. "Özür dilerim. Çok yorucu bir geceydi de."
"Acıktığın içim özür dilemene gerek yok." dedi neşeyle. "Elfler bile acıkır."
Ellerini tünelin ucundaki toprak yığınına uzattı ve karanlıkta kehribar gözleri altın tanecikleri ile parladı. Toprak yığını yavaşça dökülerek iki yana açıldı ve içeriye temiz hava doldu. Yeniden elimi tutarak beni dışarıya çıkardı. Dışarısı çok soğuktu ve sökmek üzere olan şafağın derin karanlığı vardı. Uzaklarda bir yerde doğmak üzere olan güneşin ilk ışıkları pembe, mor bir çember ile kendini belli ediyordu.
Aron aynı sihri yaptı. Toprak düzeldi ve sanki hiç ayrılmamış gibi yerine oturdu. O zaman fark ettim. Yüksek bir dağın içinden geçmiştik. Saray dağın zirvesinde olmalıydı. Gözlerimi kısıp zirveyi görmeye çalışsam da bir şey görememiştim. "Hadi." diyerek elimi tuttu yeniden ve beni bir açıklığa götürdü. Orada bembeyaz bir at duruyordu. Hayatımda bu kadar güzel ve zarif bir at görmemiştim. Sırtında altın renginden bir eyer vardı. Beyaz yeleleri gümüş gibi parlıyordu. Ve alnında beyaz, uzun bir boynuz vardı. Nefesimi tuttum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELDA
FantasyOrta Dünya'nın en kanlı savaşı yeni bitmiş, elflerin en büyük düşmanı Mornor güçsüz düşerek kabuğuna çekilmişti. Gücünü kazanması için tek bir kişi gerekiyordu ona. Her şeyden habersiz genç bir dişi elf. Elda.