Dünya artık tam anlamıyla başıma yıkılmıştı. Sahip olduğum ve sevdiğim her şeyimin ellerimin arasından kayıp gitmesine alışmıştım ama bu defa gitmesini istemiyordum. Hoseok'a kendimden çok değer verirken, ona böylesine iğrenç bir şey yapmama vicdanımın nasıl el verdiğini anlamıyordum.Onunla aramızda olan tek ilişki, menejer-idol ilişkisiyken, sadece bu ilişkiyle yetinemiyor olmamın sebebi neydi?
Veya her idol, menejerini böyle kıskanır mıydı?
Benim için ilk ve tek özel insan olmayı başarabilen Hoseok'u kaybetmiştim. Hemde göz göre göre, ve buna ben izin vermiştim.
Adımlarım hızlandığında ceketimi alma zahmetinde bile bulunmadan yerde ki baygın adamı orada bıraktım ve giden Hoseok'un arkasından koşmaya başladım. Belki ona yetişirsem, özür dilersem, veya yalvarırsam beni affederdi ümidiyle.
Dışarı çıkmamla birlikte yüzüme çarpan soğuk havayı umursamamaya çalıştım. Temmuz ayının başında olmamıza rağmen, havada soğuk bir rüzgar vardı. Belki de içimde yanan bu kor ateşi soğukluğuyla buluşturup söndürmek içindi, bana hayatın verdiği bu minik lütuf.
Ayağımda ki topuklular koşma süratimi inanılmaz azalttığında buna direnmek yerine duraksadım ve çıkardığım topukluları bir köşeye fırlatarak koşmaya devam ettim. Onu görüyordum. Biraz ilerimden gidiyor ve beyaz bir arabaya doğru ilerliyordu. Cebinden çıkardığı anahtarla ışıkları yanan arabanın sürücü koltuğuna geçerken yüzünde ki acıyı gördüm. Benim sebep olduğum acıyı.
Ona daha fazla uzak kalmak istemedim. Onu kaybetmekten deli gibi korkuyordum. Ve korktuğum şey şu an başıma gelmek üzereydi.
Arabaya daha fazla yaklaştığımda artık adımlarım altında çiğnenen taşlar bedenime acı vermeye başlamıştı ama bunu umursamadan koşmaya devam ettim.
Hoseok benim ona doğru koştuğumu fark edince saniyelik bir duraksamanın ardından arabayı çalıştırdı.
Beni görünce duracağını sanmıştım. Gitmekten vazgeçeceğini, mantıklı bir açıklamam olmasa da beni dinleyeceğini düşünmüştüm.
Ama yapmadı.
Arabaya iyice yaklaştığımda arabayı ileri doğru sürmeye başlamıştı bile. Ama umursamayıp arabanın önüne atladığımda ani bir frenle durdu. Öfke dolu gözleri, ön camın ardından beni esiri altına aldığında, gözyaşlarıma hakim olmaya çalışarak ona karşılık veriyordum. Arabadan inmek gibi bir niyeti yoktu, bu yüzden inmesini sağlamak için oturduğu koltuğun kapısına gittim.
Kapıyı açıp aramızda ki somut olan tek nesneyi de kaldırdıktan sonra, sıra gelmişti soyut nesneleri kaldırmaya.
Kapıyı açınca, acı içindeki durumunu görmem daha kolay olmuştu. Sadece bakışları değil, vücudu da ne kadar kızgın ve kırgın olduğunu belli ediyordu.
Direksiyonu saran ellerinde ki damarlar, yumruklarını tüm gücüyle sıktığı için maviliklerini belli ediyordu. Kızaran gözleri ise, yaşları dışarıya atmamaya çalıştığını gösteriyordu.
Bana bakmak yerine, az önce arabanın önünde durduğum yere bakmayı tercih etmişti.
Ama daha fazla onun o sevgi dolu gözlerinden mahrum kalmak istemiyordum. Henüz yarım günden az bir süre olmuştu, ama onu 5 dakika görmesem bile özler hale gelmiştim. Hayatıma aniden öyle bir şekilde inmişti ki, onsuz geçirdiğim her saniye, beni derin bir boşluğa hapsediyordu. Şimdi ise, o boşlukta boğulmamak için çırpınıyordum, çırpındıkça daha fazla batacağımı bilmeden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hope | jhs
Fanfictionİnsan, mutluluğu nerede bulacağını gerçekten bilemezmiş. Belki bir kafede, belki bir gece kulübünde, belki bir kütüphane de. O insanın nerede karşına çıkacağı belli değilmiş. Ben ise mutluluğumu, sevincimi, hayallerimi, güneşimi,,, umudumu... Bu v...