"Yah! Yah ver şunu bana!"
Taehyung elinde ki spor ayakkabıyla pratik odasından çıkıp koşarken arkasından gelen Jimin, çıplak olan ayağını yere değdirmemek için tek ayak üstünde zıplayarak Taehyung'a bağırıyordu. Ağzı kulaklarında, Jimin'den kaçan Taehyung ise benim beni görünce aniden duraksadı.
"Ah noona."
Gülümseyerek elinde ki ayakkabıya baktım ve onun bu boşluğundan yararlanıp ayakkabıyı elinden aldım.
"Günaydın." dedim sevimlilikle Taehyung'a.
Yanımıza gelmeyi başardığında nefes nefese kalan Jimin dengesi bozulmasın diye Taehyung'a tutunduğunda az önce Taehyung'dan aldığım ayakkabıyı önüne koydum.
"Sanada günaydın ChimChim."
Başını yerden kaldırıp bana baktığında köpek yavrusu gülüşüyle karşılık verdi.
"Teşekkürler noona."
Ayakkabısını giyen Jimin benim pratik odasına gidişimle birlikte ayakkabısını alan Taehyung'a vurmaya başladı. Küçük çocuklar gibi kavga eden ikiliyi ardımda bırakıp Bangtan kokan dans odasına girdim. Geldiğimi gören üyeler garipseyen gözlerle bana baktıklarında Hoseok oturduğu yerden kalkıp terden ıslanan saçlarını umursamadan yanıma geldi. Konuşmaya cesareti yok gibiydi, bu yüzden gözleriyle konuşmayı tercih etmiş, iyi olup olmadığımı sorarcasına bakıyordu.
Yanı başımda olmasına rağmen ona kendimi çok uzak hissediyordum. Dün yaptıkları kalbime tahmin edemeyeceği büyüklükte yıkımlar yaşatmıştı. Aşırı kıskançlık yapıp olanları gereğinden fazla mı abarttım, yoksa gerçekten haklı mıydım bilmiyorum ama, o anda düşünme yetimi kaybetmiştim. Hoseok'u başka bir kızla öyle yakın temaslı dans yetmezmiş gibi bir de ardından gülüştüğü görmek derin yaralar oluşturmuştu. Bir an için, sadece bir an için nefes alamadığımı hissettim ve orada ölüp gideceğimi sandım.
Seni nefessiz bırakan acıların diğerlerinden daha zor olduğunu, ama eğer o acıyı da atlatabilirsen sonrasında her şeyin daha kolay olacağını duymuştum. Yalanmış. O anı yaşadıktan sonra alamadığım nefesle ölmeyi tercih ettim. Çünkü o saniyeden sonra aldığım her nefes acı vermeye başlamıştı. Ama intihar edecek kadar kolay pes eden bir kişiliğim yoktu. Aksine, benim olanı benden almaya çalışanı ters köşe yapmaktı benim tercihim.
Jimin ve Taehyung yüzünden az önce suratıma yerleşmiş olan minik gülümseme, Hoseok'un karşımda dikilmesiyle yavaşça silinmişti. O da bunu fark etmiş olacaktı ki pişmanlık dolu bakışlarını benden ayırmıyordu.
Gözlerimi Hoseok'tan ayırıp diğerlerine baktığımda onların sessizce bizi izlediğini gördüm. Hoseok'a değmeden yanından sıyrılıp üyelerin yanına gittiğimde elimdeki poşeti havaya kaldırarak salladım.
"Acıkmış olmalısınız. Size bir şeyler aldım."
Olabildiğince enerjik çıkması için çabaladığım sesimle pratik odasını doldurduğumda, az önceki gergin havada endişeyle bize bakan Jin gitmiş yerine küçük bir çocuk gelmiş gibi ilk yanıma gelen ve poşeti alan kişi o olmuştu.
"En harika menejer Aura!"
Aldığı poşeti etrafında bir tur döndüren Jin, pratik odasının köşesinde ki küçük sehpaya poşeti koyduğunda içindeki atıştırmalıkları çıkardı. Favori çikolatasını gören Jungkook telefonunu bırakıp oturduğu yerden hızlıca kalktı ve çikolatayı kapıp sevinçle bana döndü.
"Ah noona! Sana inanamıyorum. Tam da canım bundan istiyordu. Nasıl bildin?"
Bu çocuk genç yaşının aksine karizmatik görüntüsüyle her ne kadar yaşından biraz büyük gösterse de içi hala küçük bir çocuktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hope | jhs
Fanfictionİnsan, mutluluğu nerede bulacağını gerçekten bilemezmiş. Belki bir kafede, belki bir gece kulübünde, belki bir kütüphane de. O insanın nerede karşına çıkacağı belli değilmiş. Ben ise mutluluğumu, sevincimi, hayallerimi, güneşimi,,, umudumu... Bu v...