Oldukça fazla ışıklandırmalarla donatılmış geniş lobide patronu görebilmek adına etrafa baka baka yürüyordum. Fakat Hoseok'un dedikleri yüzünden baktığım şeyi göremeyecek kadar dalgındım. Düşündüğüm şeyler yüzünden adımlarımın yavaşladığını bile fark edememiştim ki, kendime gelmemi sağlayan şey patronun tuttuğu kolumu hafifçe sarsması oldu.
"Ne düşünüyorsun bu kadar?"
Kolumu çekinerek patronun elinden ayırıp omuzlarımı silktim.
"Öylesine."
Patron onaylarcasına başını salladığında irkilmeme sebep olacak şekilde elini belime koydu. "Hadi gidelim."
Suratına yumruk atmamak için tüm gücümle çantamı sıktım. "Neden böyle hazırlanmak zorunda olduğumu, ve şu an nereye gidiyor olduğumuzu öğrenebilir miyim?"
Patron bakışlarını bana çevirip o garip gülümsemesiyle konuştu.
"Güzel bir gece geçirmek için, yemek yemeğe gidiyoruz."
Eğer çalışmak için zar zor bulduğum bu işe ihtiyacım olmasaydı bu adamın elimden çekeceği vardı, fakat çaresizce ileri gitmediği sürece söylediklerine karşı çıkamıyor oluşum sinirlerimi bozuyordu.
Koca lobide biraz ilerledikten sonra karşımıza çıkan geniş bir kapıdan geçtik ve klasik müziğin hakimiyet sürdüğü, müzik, çatal ve kaşıklardan başka sesin çıkmadığı bu ortamda, her yer son derece gösterişli olan dekoratiflerle süslenmişti. Kapıdan geçmemizle birlikte karşımıza çıkan en az kapı kadar geniş olan merdivenlerin basamaklarını ayağımda ki topuklular yüzünden zoraki iniyordum.
Ayakkabının topuğunu merdivenin basamağını ortalayarak attığımı sandığım adımım boşluğa isabet ettiğinde ağzımdan kaçan küçük bir çığlık eşliğinde belimdeki elini hala çekmeyen patronun ceketine yapıştım. Patronda belimdeki elini daha da sıkı sardığında aramızda ki zaten az olan mesafe iyice azalmıştı. Etrafta ki insanların bakışları üzerine hızla eski halime dönüp patronu göğsünden ittiğimde ne olduğunu o da şaşırmıştı.
"Tamam sorun yok."
Daha hızlı bir şekilde merdivenlerden indiğimde peşimden gelen patron oturacağımız masayı gösterdi.
Üzerime basan gerginlikle saçlarımı geriye fırlatıp sandalyeye oturdum. Patronda karşımda ki yerini aldığında emin olamasam da sordum.
"Ekip çalışanlarınıda mı çağırsaydık?"
Masaya gelmesi için etrafta dolaşan garsonlardan birini eliyle çağırdıktan sonra bana döndü.
"Seninle baş başa olmak istiyorum."
Yapmacık bir öksürükle bu saçma ortamı dağıtmak istemiştim ki bana bu amacımda yardımcı olan şey, masaya gelen garson olmuştu. İştahım olmadığı için geçiştirmek amaçlı bir sipariş verdiğimde, patronun siparişini de alan garson geri gitti ve bizi tekrar baş başa bıraktı.
İki elini de birleştirip çenesinin altına destek olarak koyan patron gözlerini ayırmayıp hiç çekinmeden bakmaya devam ettiği için üzerimde ki baskıda artıyordu. Elimi masanın üzerinde ki çantama atıp sandalyeyi dizlerimin arkasıyla iterek ayağa kalktım. Ne olduğunu sorarcasına bakan patronu bekletmeden aklıma gelen ilk şeyi söyledim.
"Lavaboya gitmem gerek."
Onayladığını belli edercesine mırıldandığında topukluların verdiği imkanlar doğrultusunda koşar adım lavabo işaretinin gözüktüğü koridora ilerledim. Kadın sembolünün olduğu kapının önüne geldiğimde ağır kapıyı zorla açıp içeri girdim. Benim girmemle eş zamanlı çıkan kadının ardından, gözlerimi tuvaletlerin açık kapılarında gezdirip burada yalnız olduğumu anladım. Çantamı lavabonun fayansına koyup aynada ki görüntüme baktım. Yaptığım makyaj bile yüzümde ki hoşnutsuzluğu saklayamıyordu. Çantamdan çıkardığım telefonumu kontrol etmek amaçlı açtığımda kimsenin aramadığını görüp minik bir şekilde gülümsedim. Kimsesiz bir kız için, bu pek de yadırganacak bir şey değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hope | jhs
Fanfictionİnsan, mutluluğu nerede bulacağını gerçekten bilemezmiş. Belki bir kafede, belki bir gece kulübünde, belki bir kütüphane de. O insanın nerede karşına çıkacağı belli değilmiş. Ben ise mutluluğumu, sevincimi, hayallerimi, güneşimi,,, umudumu... Bu v...