Kırılmış kanatlarına günah bulaştırmayacağım.
🌹
Gözlerimin suyu kurumuştu sanki, inceden inceye hissettiğim sızıya rağmen gözlerimi açmaya çalıştım. Akşam olmaya başlamış, etraf ölüm sessizliğine bürünmüştü. Ama içimde bir yerlerin acımasına sebep olan şey, hastanenin yahut odanın içinin sessiz oluşu değildi. Yiğit yoktu. Ne kokusu vardı odada, ne de güzel suileti... Nereye gitmişti ki?
Üzerimdeki örtüyü elime kenara ittikten sonra doğrularak bacaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Kafam bir milyon desem yeriydi, düşüncelerimi toparlayamıyordum bile. Midemden yükselen gurultular sessizliği tam orta yerinden yararken, elimi midemin üzerine bastırdım. İçimde ne besliyordum ben yahu? Bu nasıl bir guruldama sesidir!
Gözlerim kolumda takılı duran ve neredeyse bitik durumda olan seruma kaydı. Tek elimi havaya kaldırarak serum kablosunun üst kısmında bulunan daire biçimli aparata baş parmağımı bastırdım ve serumu iyice kısarak kapattım.
Gözlerimi boşluğa dikerek hareketsizce bakındım durdum. Bu süreç içinde çok şey düşündüm ama ele gelir bir birikimim yoktu. Bolca içimdeki haykırışları susturmaya çalıştım. Hani durup dururken burnunun direği sızlar, için boğulur ya... Hah, işte tam da böylesi ruh haline bürünmüşken kapı çaldı.
Kapı ardına kadar açılırken gelen kişiye inanamayan gözlerle baktım. Gelen Yiğit değil, Yiğit'in arkadaşı Hasan'dı ve ellerinde bir sürü poşet tutuyordu. Kapı ardına kadar açılınca Hasan elindeki poşetleri vakit kaybetmeden içeriye taşımaya başladı, epey yorulmuşa benziyordu. Yatağın yanına iyice yaklaştı ve poşetleri hemen yatağın dibine yere bıraktı. Ben sormaya başlamadan O konuştu,
"Yiyecek, içeçek, bir kaç parça da kıyafet getirdim. Asansör doluydu, merdivenleri çıkana kadar anam ağladı resmen!"
Gözlerimi yerdeki poşetlere indirdim diğerlerine nazaran küçük olan poşet dikkatimi çekince tüm ilgimi o poşete yoğunlaştırdım. Ne ufak ne de büyük orta boylu bir not defteri ve iki-üç tane tükenmez kalem vardı. Ne içindi bunlar? Ayaklarımı yere bastıktan sonra küçük poşete ulaşmaya çalıştım lakin kolumda takılı duran serum bağlantısı bana engel oldu. Hasan ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki, hızla yere doüru eğildi ve parmaklarının arasına aldığı ufak poşeti bana uzattı.
Elimi uzatarak poşeti aldım ve aynı elimi kullanarak not defterini çıkardım. Çok güzeldi. Yaprakları beyaz, pembe, turuncu, açık mavi gibi renklere sahipti ve kapağında bir kanadı olmayan diğer kanadıysa yırtılmış, yıpranmış tek kanatlı bir kelebek vardı. Gel de ağlama işte.
"Şşt Çilek?"
"Çilek değil, Çilem!"
Hasan gülümseyerek omuz silkti, "Çilem değil, Çilek."
Susmayı tercih edip tekrar not defterine baktım. "Elindeki sıradan bir not defteri değil, özel yaptırılmış bir defter." dedi Hasan. "Şimdi söyleyeceklerim aramızda kalacak anlaştık mı?"
Ne söyleyeceğini merak ettiğim için kafamı hevesle salladım. "Bir gün Yiğit elinde bu defterle çıkageldi, defteri kim için yaptırdığını sordum, söylemedi meğerse sana yaptırmış. Kendisi gelemediği için beni yolladı, elime de bu defteri tutuşturup Çilem'e götür dedi."
Defteri kucağıma bırakıp Hasan'a baktım, "Yiğit nerede ki?"
Hasan bir şeyler bildiğini saklamak için gözlerini kaçırarak doğal davranmaya çalıştı, bana söyleyemeyeceği şeylerin olduğunu anlamamak için gerizekalı olmak lazımdı ki, karşımdaki adamın davranışlarındaki tedirginliği göremeyecek kadar kör olmamıştım henüz. "Aptal değilim, çıkar ağzındaki baklayı." dedim sesim sertleşirken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebeğin Son Düşü
Teen FictionYüzüstü uzandığım soğuk betonun üzerinde saçlarım yüzümü gizlerken ağlamaya devam ettim, boğazıma sayısız hıçkırık diziliyordu ve ben yine dudaklarımı ısırıyordum. Sırf O ağladığımı duymasın diye... Biraz olsun kendime gelebildiğim zaman fark ettim...