4. Bölüm = Benim Gibi

1.1K 423 314
                                    

Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin;

Çünkü Allah gözyaşlarını görür ve sayar.
Kadın, erkeğin kaburgasından yaratıldı.
Ayaklarından yaratılmadı, ezilir diye.
Başından yaratılmadı, üstün olmasın diye.
Ama göğsünden yaratıldı, eşit olsun diye.
Kolunun biraz altından yaratıldı, korunsun diye.
Kalp hizasında yaratıldı, sevilsin diye.

~ ♥♥ 🌹 ♥♥ ~

Bir anda bedenini bana dönderdi ve gözlerini kısarak dikkatle bakmaya başladı. Farkında değilmiş gibi yapıp tavanı seyretmeyi yeğledim. Neye bakıyor bu? Kendi içimde çıkarımlar yapmaya çalışırken "Saçında..." dedi. Aramızda duran demir parmaklığa yaklaştı ve sütunların arasındaki boşlukta kolunu bana doğru uzattı. Geri çekilmeme gerek kalmadan elini saçlarıma doğru kaldırdı, üç saniye kadar oyalandıktan sonra kolunu çekti ve parmaklarının arasında tuttuğu şeyi havada salladı. "Cam parçası kalmış." dedi yarım kalan cümlesini tamamlayarak. Yüz kaslarımı gülümsemeleri için uyardım fakat nöronlarım beni adam yurduna koyupta emrimi yerine getirmedi. Kendi hücrelerim, nöronlarım bile sözümü dinlemiyordu. Acınası haldeydim.

Bir an izlediğim filmleri, okuduğum kitapları düşündüm. Kızın yanağında yemek kırıntısı veya tatlı parçaları kalır; adam onları baş parmağıyla temizler bazen yer falan. Eskileri hatırlayan ihtiyar kadınların büründüğü kasvetli havaya kendimi anında adapte ederek 'Ah zamane gençleri... Amma pasaklısınız be! İnsan gibi yeyin yemeğinizi! Nimetle romantizm mi olurmuş?' diye geçirdim içimden. Kendi içimde bile, kime kızdığımı bilmeden sağa sola atar yapıyordum, iyi değildim.

Birden bire "Çilem... Ailen nerede?" diye sordu. Özlem, acı, öfke gibi duyguların birbirine çarpa çarpa içime doluştuğunu hissederken etrafın renkleri soldu, minik damlacıklar halinde gözlerimin pınarına birikmeye başladı. Yiğit'in gözlerine baktım, beni afallatan, içimi acıtan sorunun çıktığı biçimli dudaklarına... Üzerinde oturduğum soğuk beton daha da soğumaya başlamış, bacağımı geçip kemiğime işlemişti adeta.

Ölmüşler miydi?

Hayır.

Yaşıyorlar mıydı?

Hayır.

Nefes alıp verişlerim git gide düzensizleşirken dudaklarımı ağzımın içine yuvarladım ve bakışlarımı kaçırdım. Anne kokusu duymayalı ne kadar olmuştu? Sıcacık bir evde, sıcacık bir kanepeye oturu, sıcacık bir çorba içmeyeli ne kadar olmuştu? Onca şeye rağmen babamın sert bakışlarını bile özlemiştim. Başımı geriye yasladım ve kaldığım yerden tekrar tavana bakmaya başladım. Gözlerimi kırpsam yaşlar birer birer intihar edecekti fakat ben hâlâ ısrarla gözlerimi kırpmayarak onları yaşatmaya çalışıyordum. Kirpik diplerim gözyaşlarının ağırlığını taşıyamadı, gözlerimi kırpmama gerek kalmadan yaşlar süzüldü gözlerimden.

Aptal adam, kanadığım yerden niye deşiyorsun beni?

Tam boğazımın başlangıç noktasından bir sızı yükseliyor, bana acı veriyordu. Dudaklarımı araladım fakat sesim bana eşlik etmek istemedi, kaçtı, saklandı bir yerlere. İşte bu bendim. Gözünün yaşı iki dakika kurusa, hayatın üçüncü dakikayı çok gördüğü kızdım, Çilem'dim ben.

Fırtınalar kopuyor yüreğimde, sel olup taşmak istiyor gözyaşlarım, kendine zarar vermeye çalışıyor bedenim. Aklım ise firarda. Ölüm kelimesi yankılanıp duruyor dağarcığımda. En ücra köşede sakladığım çocuk tarafım uzaklaştırmaya çalışıyor beni uçurumun kenarından, açığa vurduğum yıpranmış tarafımsa beni daha da sürüklüyor ölümün kollarına.

Kelebeğin Son DüşüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin