5.Bölüm - Yağmurdaki Kelebek

732 279 241
                                    

Yok öyle umutları yitirip karanlıklara savrulmak.
Unutma, aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak.

🌺

Makas getireceğini söylemesi, anılarımı zihnimden silmem gerektiğini vurguluyordu.

Biraz önceki sözlerine karşın, kendisinden alıntı yaparak, "Ne kadar kesersen kes, insanların sende bıraktığı izleri yok edemezsin." diye mırıldandım.

Saçıma vuracağım hiç bir darbe ailemin bu şehri terk ettiği gerçeğini değiştirmeyecekti. Aynı gökyüzü altında, bilmediğim bir şehirde beni hayatlarından tamamen çıkarak yaşamaya devam edeceklerdi. Bense kaldığım yerden sokak köpekliğine devam edecektim.

Nefesi kirpiklerime değerken dudağımda yan bir gülüş belirdi. "Çabuk öğreniyorsun." dedi, benim aksime canlı çıkan sesiyle. Doğal davranmaya çalışsam da göğüs kafesimin içinde harı dinen tuhaf duygu kümesi yeniden canlanmaya başlıyordu, adeta vücudumla savaş içerisine girmiştim ve savunma hattım git gide zayıflıyordu.

Yiğit'e belli etmeden ellerimi yumruk haline getirip bacaklarımın yan taraflarına bastırdım. Sakin kalmalıyım, öfkemin beni yine ele geçirmesine izin veremem. İçerimde tufanlar koparken kendime tekrarlamaktan çekinmediğim cümleyi O'na da tekrarlamaktan çekinmedim. "Aksine, bazen beynimin mercimek tanesi kadar olduğunu düşünüyorum." dedim. Gülümsemeye çalıştım lakin zonklayan başım bu girişimimi sonuçsuz bıraktı.

"Daha çok duygusal tarafın ağır basıyor, bence bu yüzden öyle hissediyorsun." dedi. Yani mantıklı olan beyinsel işlerle değilde duygusal mevzularla bağım olduğu için böyle hissediyormuşum. Harbiden de mantıklı. "Yine de açıksözlülüğünü sevdim."

Övünmek gibi olmasın ama çok açıksözlü bir insanım. Allah'ın bildiğini kuldan saklayacak halim yok ya. Mesela ailemin şehir terk edeceğini yazdıkları mektubu Yiğit'e okutmaktan çekinmemiştim. Az çok babamın benim hakkındaki fikirlerini öğrenmiş, ailem için ne kadar değersiz olduğuma şahit olmuştu. Hele ki babamın sonda yazdığı o üç cümle... Çok kanatmıştı beni.

'Ah, yüreğimin arafta kalışı...' demişti bana.

Vücuduma sayısız bıçak darbeleri indiren cümleyi okumuştum sonra. 'Öldürmeye doyamadığım, yaşatmaya kıyamadığım...' diyerek kalbimi görünmez elleriyle sıkmış, avucunun içine almıştı. Benden nefret etse bile içinde küçücük, minicik bir acı bırakabilmiştim belki de. Umut fakirin ekmeğiydi ya hani, aptalca şeyler umut edip doyurabiliyordum karnımı.

'Git artık arafım, git. Bundan sonra ne öldüreyim seni, ne yaşatayım.'

Ağız dolusu sövse, bundan az acıtırdı.

Omuzlarımın sarsılışıyla daldığım derin kuyudan kurtulmayı başarabildiğim zaman Yiğit'in beni sarstığını fark ettim. Alt dudağım ağlamaya hazırlanan çocuklar gibi büzülürken, sağanağa dönen gözyaşlarım tekrar hızını artırmaya başladı. Yumruk yaptığım ellerimle göz pınarlarımı silerken, "Annemi götürdüler." diye mırıldandım kendi kendime. "Annemin kokusunu benden uzaklaştırdılar. Gitti..." dedim ardından. "O'nu bilmediğim bir yere götürdüler, öldüğümü sanıyor."

Yiğit ne olduğunu anlamaya çalışır gibi adımı söyledi. "Çilem..."

O'nu umursamadım bile, iç mukayesem bitmemişti. Annemin kokusu gitmişti, daha ne olsun?.. Yavaşça başımı Yiğit'in dizlerinden kaldırarak doğruldum ve aynı uyuşuklukta ayağa kalktım. Yine iki çift göz üzerime odaklanmış, tarafımdan kalkışılacak olan atağın nereden ve nasıl geleceğini düşünüyordu. Başım, lunaparkın en hızlı aletine binip üç yüz altmış derece döndükten sonra zemine basılan ilk saniyede bütün uzuvlarımda oluşan sarsıntılar kadar sersemlemişti ve adımlarım olabildiğince paytaktı. Vücudum öylesine yorgun düşmüştü ki, bacaklarımın kıpırdatmam bile damarlarımın sızlamasına neden oluyordu. Buna rağmen ayaklarımı kaldırıp ilerlemeye devam ettim, demir kapıya doğru gidiyordum.

Kelebeğin Son DüşüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin