Mezarların başına oturup teker teker baktım. İçimden binlerce duygu koptu. Bu öyle acı verdi ki bedenim yerle bir oldu. Gözlerimin kapandığında zihnimdeki karanlık karşıladı yine. Farklı bir şeyleri de vardı bugün. Değildi o kadar karanlık. Zifiriden de uzaktı aydınlıktan olduğu kadar. Gözlerimi açtım dudaklarım titrediğinde zorlukla ağlamamı bastırmaya çalıştım.
"Sizi tanımamak ne kadar kötü biliyor musunuz? Siz öldünüz, gittiniz... Ben kaldım. Öylece tek başıma yalancıların ortasında ne olduğunu bilmez bir halde hemde. Keşke diyorum bende yaşamasaydım. Hiç kurtarmasalardı, hiç almasalardı yanlarına. En azından belli olurdu yanınızda olduğum. Annem kim? Babam kim? Ben kimim? Bunlar yalan bir cevap bulmazdı kendine. Anne..."
Sesim kesildiğinde hıçkırarak ağlamaya başladım. "Anne özleyemedim seni... Öyle bir boşluk ki içimdeki beni de kendine çekiyor. Tanımıyorum seni. Zihnimde kaplı koca bir karanlık ve yüreğimde bir boşluk... Ben yaşamıyorum ki zaten. Ben ölüyüm. Ölüler özler mi? Tanımaya gerek duyar mı? Mazur gör bu yüzden. Affet kızını."
Daha fazla takâatim kalmadığını konuşmayı bırakıp ağladım sadece. Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama durgunluğa yelken açıp bir noktada yelkenleri indirmiş ve demir atmış bir gemi gibiydim. Baktığım yerde esen rüzgar tekneyi alabora ediyordu lakin içine işlemiyordu. İçime işlemiyordu bu durgunluk. Öyle fırtınalıydı işte.
"Deniz gidiyoruz artık, hadi gel." Emreyi duysamda itaat edecek güç bulamıyordum kendimde. Bitap düşmüştüm ağlamaktan. Ve bu öyle dolu bir ağlamaktı ki yılların acısına ağlamıştım sanki. Saniye nefes almadan göz yaşı veriyordum.
Emre kolumdan tutup kaldırdığında ona yaslanıp yürümeye başladım. Gözlerim kapalı olduğundan görmeden atıyordum adımları. Emre durduğunda birden havalandım. Kucağına aldığını anladığımda göğsünden ittim. "Yürüyebilirim ben."
Mırıldanışımı ben bile zor duymuştum. "Böyle güçlü olmak yorar insanı. İzin ver yardım edeyim."
Sesimi çıkarmayıp arabaya bindirmesine izin verdim. Araba çalıştığında gözlerim yine bir noktaya sabitlenmişti.
"Sana söylemiştim Deniz. Hazır değilsin daha çok erken demiştim. Niye seni dinleyip getirdim ki? Her şey daha mı iyi oldu? Hayır, olmadı. Bak perişan oldun. Kendine kızdın, sinirlendin. Mahvettin kendini."
Boş bakışlarımı yavaşça ona çevirdim. "Bir insan ölür mü yoksa öldürülür mü Emre?"
Emre kesin bir dille, "Ölür." Diye cevapladı. Başımı hafifçe salladım.
"Yanlış. İnsan ölmez, öldürülür. Ben bir kez öldürüldüm. Yaşamayan bir insan mahvolabilir mi? Yaşam damarına sıkılan bir mermiyle gezen insan, o mermiye bağlanmıştır. Durursa eğer ilerlemezse onunla birlikte tıkanan sıvı öldürür. Riski var elbet zarar da verebilir mermi bedene. Yani iki türlüde ölürsün. Merminin varlığı zaten ölüm. Ölümle aynı bedeni paylaşan ben, mahvolur muyum artık?"
Kelimelerin tane tane çıkması tamamlandığında bir sessizlik oluştu. "Seni yalnız bırakmam bu haldeyken." Ona baktım.
"Gerek yok, bir şeyim de yok benim. Yalnız kalmak birde dinlenmek istiyorum o kadar. Kimseyi istemiyorum." Araba hızlandı. "Ben kimse değilim senin ailenim öyle söyledin az önce unuttun mu? Aileler destek olur yalnız bırakmaz."
Emre öyle ılımlı yaklaşıyordu ki ikna etmek için kullandığı bu kelimeler reddetmemi engellemek istiyordu. Normal bir zaman olsa pekâlâ kabul eder geri çevirmezdim. Ama anlamalıydı beni. Düşünmem gerekiyordu. "Emre. Lütfen. Daha sonra, şu an istediğim bu değil." Emre pes etmiş gibi başını olumlu anlamda salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Tutsağı
ChickLit(Düzenlenen kısımları mevcuttur.) GÖRÜLMEMESİ GEREKEN ŞEYLER... "Neden beni izliyordun?" "Seni izlemiyordum. Neden bahsettiğini bilmiyorum." TEHLİKELİ OYUNLAR... "Ha! Bu arada, bir daha ki sefere anahtarı daha güvenli bir yere koymalısın." KORKU DOL...